“Kuşkusuz Woolf’un
en yoğun eseri,
çağımızın da en olağandışı romanlarından biri.”
J. L. Borges
Virginia Woolf’un, yakın arkadaşı, karizmatik, biseksüel yazar Vita Sackville-West için yazdığı Orlando, eğlenceli, fantastik bir ‘sahte biyografi’. Canı istediğinde bukalemun gibi biçim, daha doğrusu cinsiyet ve kimlik değiştiren tarihi bir karakterdir Orlando. Erkek olarak başladığı hayatını kadın olarak sürdürür, on altıncı yüzyılda soylu bir aileye doğar, birkaç yüzyılı hızla yaşar, bir gecede cinsiyet değiştirir, yirminci yüzyılın ilk yarısına bir kadın yazar kimliğiyle ulaşır. Erkekken, İngiltere Kralı tarafından İstanbul’a büyükelçi olarak gönderilir; Çingenelerin arasında da yaşar, saraylarda da; edebiyat sevdalısı, melankolik bir şairdi. Viktorya Dönemi değerlerini eleştiren ve cinsiyet, özgüven, hakikat, kimlik, kişinin toplumdaki yeri, edebiyat gibi konulara şiirsel bir üslupla dokunan Woolf’un kendi deyişiyle Orlando, yazarlık yaşamında tasasız bir tatil; kafaları karıştırıyor, ne yana döneceği belli olmuyor ve bu yüzden de keyifli.
"Ama bırakalım başka kalemler söz etsinler cinsiyetten ve cinsellikten; biz bu tür itici konulardan elimizden geldiğince çabuk ayrılıyoruz. Orlando yıkanmış, kadının da erkeğin de giydiği türden Türk işi cepken ve şalvar giymişti; durumunu gözden geçirmek zorundaydı. Orlando’nun hikâyesini sempatiyle izlemiş olan her okurun ilk düşüncesi, durumun güvenilmez ve son derece utandırıcı olduğu. Genç, soylu ve güzeldi, uyandığında kendini öyle bir konumda bulmuştu ki, mevki sahibi bir genç hanım için bundan daha hassas bir durum olamaz. Çıngırağı çalsaydı, çığlık atsaydı ya da bayılsaydı onu suçlayamazdık. Ama Orlando hiç de kaygılanmış görünmüyordu. Bütün hareketleri bilinçliydi, hatta önceden tasarlandığına yönelik işaretler gösterdiği düşünülebilirdi. Önce masanın üzerindeki kâğıtları dikkatle inceledi; şiire benzeyenleri aldı, koynunda sakladı; sonra, neredeyse açlıktan ölse de kaç gündür yatağının yanından ayrılmayan Silifke tazısını çağırdı, onu besleyip tüylerini taradı; sonra beline bir çift tabanca soktu; sonra büyükelçilik giysilerinin bir kısmını oluşturan birkaç dizi zümrütü ve Doğu’nun en güzel incilerini doladı boynuna. Bu iş de bitince, pencereden eğildi, alçak sesle ıslık çaldı, çöp kutusundan dökülen kâğıtların, anlaşmaların, pusulaların, mühürlerin, balmumlarının filan kapladığı harap, kan lekesi içindeki merdivenden indi, avluya çıktı. Orada, kocaman bir incir ağacının gölgesinde eşek sırtında bir Çingene beklemekteydi. Başka bir eşeği de yularından tutuyordu. Orlando bacağını eşeğin üzerinden aşırdı, böylece İngiltere’nin Osmanlı devletindeki büyükelçisi sıska bir köpeğin eşliğinde, eşek sırtında, yanında bir Çingene’yle İstanbul’dan ayrıldı."