19 Ekim 2014 Pazar

“Bütün hikâyeler ancak anlatılarak özgürleşir”

İnci Aral’ın yeni romanı Kendi Gecesinde, kişisel hesaplaşma olduğu kadar karmaşık bir aşk romanı. Yazar, kahramanı Hayali’nin İstanbul’dan Londra’ya uzanan hikâyesini anlatıyor.



İnsan kendi gerçeğinden kaçamıyor. Herkesten gizlediğini içinde taşıyor, kimseyle konuşamadığını kendiyle konuşuyor. “Gece insanın içindedir” diyen Hayal Ali ya da Hayali’nin de yaptığı bu. İçindeki “Kara”ya konuşuyor. Tarihi eser kaçakçısı babası Sadık Sami Balkan’ın kanundışı işlerinden kendini uzak tutamadığı için “kirli” hissediyor. Hafıza kuyusu kalabalık. Onu küçük yaşta terk ettiği için affedemediği annesi “kenarın dilberi” Yurdanur’u hatırlamasına engel olamıyor. Geçmişinde dokunduğu kadınlar aklına geliyor. Londra Hampstead’de bir erkekler yüzme havuzunda tanıdığı, yarı yaşındaki moda tasarımcısı Reyan’la karmaşık ilişkisini sorguluyor. İnci Aral’ın yeni romanı Kendi Gecesinde, Hayali’nin doğup büyüdüğü İstanbul Bebek’ten askerliğini yaptığı Diyarbakır’a ve oradan Londra’ya uzanan hikâyesini anlatıyor. Zamanda zikzaklar çizerek ilerleyen hikâyenin fonunda yer yer 12 Eylül iklimi hüküm sürüyor.Kendi Gecesinde, kişisel hesaplaşma olduğu kadar karmaşık bir aşk romanı. İnci Aral, romanı vesilesiyle sorularımızı yanıtladı. Ortaya bir roman, bir de yazar portresi çıktı.
Birden fazla darbe gördünüz, yaşadınız. Bir aydın olarak muhasebe yaptığınızda kendinizi nasıl hissediyorsunuz? Yorgun? Umutsuz? Çaresiz? Üzgün? Her şeye rağmen ümidini yitirmemiş?  
Saydıklarınızın hepsi var. Yine de umudumu büsbütün yitirmiş değilim. Biliyorum, bu ülkede benim gibi insanları yoran, çaresiz bırakan ve üzen durumların iyiye gitmesi, düzelmeye yönelmesi uzun zaman alacak ve ben göremeyeceğim ama değişime inanan biriyim. Talepler, beklentiler, kavrayışlar değişir, her şey geçer, hayat durmadan yenilenir.
Şöyle bir cümle var kitapta: “Dünyaya açılma döneminin yarattığı o kuşağın fazla seçeneği yoktu. Ya savrulma, ya baskı ve ezilme ya da dindarlık ve muhafazakârlık!” Sizce içinden geçtiğimiz dönem genç kuşaklara hangi seçenekleri sunuyor?
Ne yazık ki seçenekler pek değişmedi ama o günkü arayışlar ve kaçışlar bugün zorunluluk haline geldi. Çünkü toplumsal, ekonomik, politik sorunlar şimdi çok daha yoğun ancak varılacak kıyılar sınırlı ve sığınma koşulları daha ağır. Kısır siyasetle çözüm de bulunamıyor bunlara. Üniversite bitirmiş genç işsiz sayısı çok fazla. Milli Eğitim çağdışı, gerici bir siyasi anlayışın yapboz tahtasına dönmüş durumda. Çocuk ve gençlerimizin düşünen, sorgulayan bireyler olmalarının önü imam okullarıyla kesilmeye çalışılıyor. Aileler panikte. Uyuşturucunun ilkokula indiği bir ortamda yaşıyoruz. Kendine ayakta da olsa yer bulabilmek için ya son derece yetenekli ve becerikli olup ite-kaka, nereye gittiği pek bilinmeyen otobüse bineceksin ya da yaya kalacaksın.
Sahipleri tarafından terk edilmiş, sır olmuş hikâyelerden bahsediyor romanınızın başkahraman ve anlatıcısı. İnsan hikâyelerini terk etse de hikâyeleri insanı terk eder mi? Sizin hikâyelerinizle ilişkiniz nasıl? 
Hikâyelerin sahiplerine sadık olduklarını düşünüyorum. Hayali de böyle düşünüyor. Bazıları dayanılmazdır, çok acı verir, unutmak istersiniz, silersiniz belleğinizden ya da öyle sanırsınız. Hayali de hayatının kendi kendine kaldığı önemli bir dönemecinde ansızın geri gelen hikayesiyle yüz yüze geldi, o uzun hikâyeye balıklama atladı. Hikâyeler önemlidir çünkü bizi biz yaparlar. Hayali de kendini o günkü adam yapan serüveni sakınmadan kendisine, daha doğrusu ikinci benliği Kara’ya anlatmaya koyuldu. Kendi Gecesinde böyle doğdu. Evet, tabii benim de terk ettiğim, unutulmaya bıraktığım hikâyelerim ya da bir nedenle beni terk edenler oldu ama ayrılık sürecinde horgörü, nefret gibi duygulara maruz kalıp başka bir şeye dönüşmemiş olanların çoğu bana geri döndüler. Çoğunu yazdım. Kimi zaman az çok değiştirerek, kimi zaman başka hikâyelerle iç içe geçirip başkalarına mal ederek. Sonuçta bana küsenler, ya da çoğullaşıp başka hikâyelerine kaçanlar bile oldu. İnsanlar ve serüvenleri gibi hikâyeler de birbirine benzer. Şunu söyleyeyim, beni seviyorlar. Anlatayım diye mi bilmem, durmadan yolumu kesiyorlar. Yeni ve daha sahiplenici karakterler yaratıyorum onlar için. Hikâyeler ölmüyor. Belleğin gecesinde yani insanın kendi gecesinde gün ışığına çıkmayı bekliyorlar. Sonuçta ise bütün hikâyeler ancak anlatılarak özgürleşiyor ve sahiplerini de özgürleştiriyorlar.
Kitaptan alıntıyla “yoksulların varsıllar karşısında duydukları çekingen saygı” sizde nasıl bir duygu uyandırıyor?
Hayali, eski eser kaçakçısı çok varlıklı bir babanın oğlu. Mahalle arkadaşı Cevat’ın ise el arabasıyla kavun satan bir babası var. Hayali, bu ilişkiyi roman boyu, derin bir hayatı kavrayış ve politik konuşlanma karşıtlığına ulaşana kadar irdeliyor. Önemli olan da bu çelişkili ama sevgisiz olmayan ilişki. Hayali, Cevat’tan yola çıkarak bu çekingen saygıyı da betimliyor. Bana gelince, bu konuda deneyimden çok gözlemlerim var. Yine de benzer durumlarda utanç, sıkıntı ve üzüntü duyduğum olmuştur. Biraz da şaşkınlık tabii.
“Zamanla kirlenip çürüyerek kötü birine dönüşmüş” olmaktan mutsuz Hayal Ali. Siz kendinizi zaman zaman kirlenmiş ve çürümüş hissediyor musunuz? 
Benim böyle bir duyguya kapılmam için hiç bir neden yok. Emeğe saygılı, iyi kalpli ve dürüst bir insanım. Hayali ise bütün birikimine, duygusallığına ve incelikli hayat tarzına rağmen büyük bir eski eser kaçakçısı, yasadışı bir adam. Bu baba mirası işin içinde olmamak için gençliği boyunca direniyor, gidip tıp okuyor ama yine de çıkamıyor o çemberin dışına. Bir yanı hep kırık. Geçmişi eksikli, cinselliği karışık, hikâyesi karanlık çekici bir adam. Hayali’yi okurlar Safran Sarı’dan hatırlayacaklardır. Orada kaçakçı Niyazi’nin yeğeni, Yeşil’in mutsuz Melike Eda’sı ile kısa bir ilişkisi olmuştu. Kendini kirli, çürük ve kötü biri olarak görebilmesi bile özünde vicdanlı biri olduğunu gösteriyor. Hiçbir benzerliğimiz olmasa da yazarken sevdiğim, bağlandığım ve anladığım bir kahraman oldu Hayali. Onun dramı, sıradan bir aşk uğruna oğlunu ve kendisine tapan adamı bırakıp çulsuz bir figürana gitmiş bir anneyle başlıyor.
Hayal Ali, yalnız bir çocuk. Geniş bir hayal dünyası ve çok sevdiği Karagöz -Hacivat oyun ve hikâyeleri var. Karagöz’ün oğlu Kara ile bütünleşmesi de ilginç. Bu geleneksel gölge oyunu figürleri nasıl girdi romana?  
Hayali, Safran Sarı’da ansızın ortaya çıktığında atölyesinde Karagöz tasvirleri yapıyordu. Bu romana da onlarla birlikte geldi. Bu ilgiyi ya da merakı aynı zamanda namlı bir antikacı olan babası aşılamış ona. Bu önemli. Çünkü Hayali’nin saf çocukluk merakı roman boyunca belli aşamalardan geçerek içinde bulunduğu hayattan çıkıp yeni bir hayata geçmeye, bir bakıma köklü bir rüyaya sahip olmaya zemin oluşturuyor.
Romanda anne oğul, baba oğul arasındaki dokunaklı sevgi- nefret ilişkileri, yetişmekte olan bir erkek çocuğun her iki cinse de yakın gelişen karmaşık cinsel kimliğine yol açmış olabilir mi? 
Bunu sorguladım ama kesin kanıya varmaktan çok insanların çoğunun biseksüel olduğunu hatırladım. Karmaşa Hayali’nin seçimlerinde değil, duygu dünyasında. Bu yüzden gerçek aşkı, olgunluk yaşında zor ve yaralı genç bir erkekle yaşıyor. Bu gerilimli ve incelikli aşk, romanın temel izleklerinden biri. Aşkın tek bir biçimi olamayacağının da göstergesi.
“Ortalıkta yoğun bir kargaşa ve kuru gürültü var”
İstanbul Bebek’te büyümüş, iyi yetişmiş bir genç adamı, olmadık yerlerde görüyoruz. Örneğin o tuhaf sahilde. Bu bir fantazya mı yoksa gerçekten öyle bir yer var mı? 

Toplumun genel geçer cinsellik algısı dışında kalanlara önyargısız bakışı ve ikiyüzlü cinselliğe karşı duruşu götürüyor Hayali’yi oraya ve o kimliksiz, sorgusuz, hikayesiz ilişkilere. Cinsellikte bile tektipleştirme dayatmalarına aykırı düşen gerçekten de tuhaf böyle bir yer vardı. Farklılıklarını gizlemek için geceleri ortaya çıkıp hayaletleşen her kesim ve sınıftan insanın buluştuğu şehrin göbeğinde bir hayaletler sahili. Belki de sürprizlerle dolu bu koca İstanbul şehrinde birden çokturlar da bilen biliyordur.

Moda tasarımcısı ve Hayali’nin sevgilisi Reyan, “aykırı bir tavır ve göz boyayan üretimle ün kazanılacağına” inanıyor. Hayal Ali, bu inancın sanatın her dalına sıçradığını düşünüyor. Günümüz Dünya ve Türkiye edebiyatını yazar ve okur açısından nasıl tanımlarsınız? 
Günümüz insanının zevklerinin, seçimlerinin küresel sistem tarafından yönlendirildiği ve gitgide sığlaştığı bir gerçek. Dijital teknoloji ve kitle iletişim araçları, ortalama insan için öngörülen ucuz ürünleri, bir örnekleştirilen kalabalıklara empoze etmekte binlerce eleştirmenden çok daha etkin rol oynuyor. Dünyada, özellikle ileri kapitalist ülkelerde doksanlı yıllardan başlayarak yükselen bu yoldaki değişimler bütünüyle bize de yansıdı. Kültür endüstrisinin piyasa işleyiş kuralları, Türkiye’de de sanat ve edebiyatı çoğunluk eğilimlerine göre biçimlendirmede otorite haline geldi. Satış, para ve ün, iyi edebiyat ve sanat ürünü üzerinde düşünmek, tartışmak bir yana yapılan-yazılan önemli şeyleri de görünmez kılıyor. Ortalıkta yoğun bir kargaşa ve kuru gürültü var.

KENDİ GECESİNDE
İnci Aral
Kırmızı Kedi Yayınları
2014, 360 sayfa, 20 TL.



http://kitap.radikal.com.tr/makale/haber/butun-hikayeler-ancak-anlatilarak-ozgurlesir-407623