28 Ekim 2015 Çarşamba

Enis Batur'la "Basit Bir Es" üzerine röportaj (Çağlayan Çevik - Radikal Kitap)


“İdeal okurumdan çekinirim”

Enis Batur: “Basit Bir Es’in bir hikâye içerdiği söylenebilir, ama bundan emin olamıyoruz. Anlatı yüzlerce sayfaya yayılabilir, yazar konsantre içeceklerde olduğu gibi, dilediği kadar su katmayı okura bırakmış.”

25.10.2015 01:00

ÇAĞLAYAN ÇEVİK ccevik@hurriyet.com.tr

“İdeal okurumdan çekinirim”FOTOĞRAF: MUHSİN AKGÜN
 
Enis Batur’un yeni verimi Basit Bir Es. Kurmacaya teşne bir “mikro roman”. Bir kış sabahı, trende karşılıklı oturan iki yolcudan birinin anlattıklarına dair... Anlatan yazar, karşısındaki ise o yazarın başka dile çevrilmiş kitabını okuyan bir okurdur. İşte yazar için asla bitmeyecek bir yolculuk böyle başlar... Daha önceki denemelerinde içbükey, dışbükey ve sokulgan okur tanımlarını getiren Enis Batur’la Basit Bir Es üzerine konuştuk...
Evvela hayırlı olsun diye söze girmek istesem de memleket halleri dolayısıyla “artık hayrı mı kaldı” diyeceğinizi tahmin ediyorum. Biliyorum artık sıkıldınız bu sorunun tekrar tekrar sorulmasından, ama biraz farklı açıdan sormak istiyorum bu sefer. Her gün sık sık en az bir(kaç) saat en az bir(kaç) sayfa düzenli yaza(bile)n birisi olarak, böyle zamanlarda “siz yazabiliyor musunuz”? 
Broch, yazarların şizofrenik yarılmalara kalemlerine sıkısıkıya sarılarak meydan okuduklarını yazmıştı. Dünyanın ve ülkenin dumanları tütüyor, farkındayız, hem de nasıl, yenik düşmemek için işimize sarılıyoruz. Her gün. Olabildiğince her gün. Suçlandığımız oluyor: Yeterince kavganın içinde değilsiniz ya da meleklerin cinsiyeti üzerinde tartışıyorsunuz, bunlara rağmen her gün. Yoksa yazamamak için bahaneden bol ne var?
Basit Bir Es’le ilgili konuşmadan önce, sanırım biraz “tür”den söz etmek gerekiyor. Zira son zamanlarda E.B. imzasının kurmacaya teşne metinlerle çok fazla bir arada olduğunu görüyoruz. Basit Bir Es’i bu kurmacalar içinde nereye koymalıyız?
Birincisi, hayır, çok fazla değil: Bu yıl yeni şiir kitabım çıktı, önümüzdeki yıl bir başkası gelecek. Deneme kitapları sürüyor. Kurmacaya teşne güzel yaklaşım, evet, onların daha bir görünür oldukları doğru. Tür konusuna gelince, malûm ben türler arası sınır ihlallerine hep yatkın oldum. TYN (tanımlanamayan yazınsal nesne) yerine artık TGYN diyorum: Tanımlanması güç yazınsal nesne. Basit Bir Es bana göre bir mikro roman niteliği taşıyor. Bir uçta ırmak romanlar varsa öbür uçta neden mikro romanlar olmasın?
Mikro Roman’ı novelladan veya makro romandan veya genel olarak diğer romanlardan ayıran temel farklılık nedir peki?
Bu yakınlarda, hem de bir romancı, Yann Moix, yanında oturan ve kitabı milyonlarca nüsha satmış bir sözde meslektaşına dönüp “bana hikâye anlatılmasından nefret ederim” dedi, kulaklarımla duydum ve açıkçası çıkışını mantıklı buldum. Edebiyat ‘ne’yin ‘nasıl’ından hiçbir biçimde ayrılamadığı bir ifade alanı. Basit Bir Es’in bir hikâye içerdiği söylenebilir, ama bundan emin olamıyoruz. Anlatı yüzlerce sayfaya yayılabilir, yazar konsantre içeceklerde olduğu gibi, dilediği kadar su katmayı okura bırakmış. Unutuyoruz: Kitaptaki metin her okumayla başka kılıklara bürünür. Bir yandan da yerinden kıpırdamaz! Sözün özü, belirleyici olan burada, karşılıklı yoğunluk derecesinde karar kılmak.
Kitabın hemen başında bir epigram yer alıyor. Calvino’nun Kitaplarımdan Birini Nasıl Yazdım’da birinci bölümün son cümlesi bu. Fakat sizin kitabınızla bir arada düşündüğümüz zaman, insan ister istemez onu şöyle okumak istiyor. Kitabın içindeki yazar, buradaki yazar olduğunu iddia etmekte... Mümkün mü bu değişiklik. Buradaki yazarın siz olduğunuzu düşünmekten kurtulamıyor asla okur...
Yazar nasıl kendi denklem çeşitlemelerini öne sürerek metnini kuruyorsa, okur da ters yönde çözüm denklemlerini arar, arayacaktır. Bir tür satranç oyunundayız ve kenarda bir saat çalışıyor. Eskiden kitapları yazarların yazdığı fikri tartışmasız kabul görürdü. Şimdi, daha doğrusu nicedir öyle değil: Okurla tamamlanabilen şey kitap. Siz öyle diyorsunuz ya, bakalım bütün okurlar öyle düşünecek mi?
Bunun devamında, gerçekten bir yazarın yazdığı ve aynı sahnenin başınıza geldiği böyle bir sahne oldu mu? Basit Bir Es’te okurun okuduğu kitap hangisi acaba?  
Bu soruyu yanıtlamamı nasıl beklersiniz: Püf noktasını ele veren, gizlerini açığa vuran kişiye yazar denir mi?! Ayrıca, biliyorsunuz, benim yazdıklarımda susulanın payı da, şüpheli tabakaların varlığı da geniş yer tutar: Loş bir ortamda el yordamı ilerleme sanatına başvuracaksınız çaresiz!
Madem epigramı andık, onun yer aldığı bölümün ilk cümlelerinden birini yine değiştirerek sormak istiyorum: Buradaki kitap, kitabın içindeki “yazarın” öyküsünü anlatmakta. Haliyle merak ediyor insan, sokulgan olsun veya kitaptaki gibi kendi halinde olsun. Ama sizin okurunuz olduğunuzu bildiğiniz birileriyle karşılaştığınızda ne hissediyorsunuz... 
Önce kirpileşirim. Davranışlarıma mesafe ayarı kaygısı hâkim olur. Ardından, yavaş yavaş sokulganlığın derecesini ölçmeye, anlamaya çalışırım. Sonuç ne çıkarsa çıksın tedirginlik ağır basıyor yanılmıyorsam. İnsan ilişkilerinde, kendileriyle çok dolu, dolayısıyla da ânında şahsi basın bülteni gibi konuşan yazarlar tanırım, onlardan biri sayılmam açıkçası. Gerçek ve derinlemesine diyalog olanaksızdır demiyorum ama pek seyrek gerçekleşebilir bana kalırsa. O da ağır ağır ve zamanla, sabırla olur.
Yazılarınızda farklı zamanlarda tanımını yaptığınız, kitabınıza ad olarak bile verdiğiniz “sokulgan okur”la karşılaşmalarınız olmuştur muhakkak. Peki “mütecaviz” denecek kadar sokulgan okurlarla karşılaştınız mı, neler hissetmiştiniz o karşılaşmalarda...
Sokulganlığın hedefi yapıttan yazara, dolayısıyla kişiye döndüğünde buz kesiyorum. Beni tanıyanlar mesafelilik konusunda duyarlı olduğumu bilirler. Kapımın çalınmasından geçtim, bütün temas zorlamalarına kapalıyım. Bana öyle geliyor ki, Basit Bir Es’teki yazar karşısındaki kitabını okuyan okurdan hemen uzaklaşmış, koltuk değiştirmiştir. Böyle mi olmuştur bilmiyorum tabii.
Calvino’nun Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu adlı harikalar harikası kitabından ilham aldığınızı daha ilk satırdan anlıyoruz. Ki kitaptaki yazar da dayanamayıp açıkça bunu gösteriyor zaten. Bu oyunlu anlatıyı çatmak ne zamandan beri aklınızdaydı? ‘Hepsi’ kitabınızda hesap-kitapla – belki planlayarak yazan birisi olduğunuzu ve birçoklarının bunun olumsuz yönüyle altını çizdiğini söylüyordunuz... 
Benim gibi “çok” ve aynı anda “onlarca” kitap yazan yazarlarda kuluçka evresinin kurallı süresi olmaz. Daha önce söylemiştim, “Mimarın Düşü” başlıklı kitabımı 1977’den beri yazı masamda sürüklüyorum örneğin. Basit Bir Es, yaklaşık on yıl boyunca magma halinde kafamda gezdikten sonra çıkageldi. Çıkagelmeyebilirdi, çünkü yazamadığım kitapların sayısı yazabildiklerimin kat be kat fazlası. İşin kötüsü, size bir şey söyleyeyim mi, yazdıklarımı yazamadıklarımla eşdeğer önemde buluyorum.
Okuruyla diyaloğa girmekten çekinen, daha doğrusu olası bütün diyalog biçimlerini kafasında tartarak koca bir yolculuğu tüketip, olası diyaloğu mümkün olduğunca erteleyen bir yazar var karşımızda. Yazar okurundan bu kadar çekinmeli mi gerçekten?
Yazar ideal okurundan çekinir. O “biri” değil, bir seviyedir. Ben okur özelliklerimi beğendiğimi saklayamam: İnce eler sık dokurum, üşenmem, yorulmam, kendimi yokuşa sürerim. Aynısı okurumdan istiyorum, ne yalan. Onun için de çekiniyorum ondan, onlardan.
“Ne yabani adamsın” demişti Turgut Uyar
Sizin de bir okur olarak “sokulgan” tutum sergilediğiniz olmadı mı hiç? e-posta atmak, tanışmak, mektup atmak, imzasına gitmek, biyografisini, hayat hikâyesinin detaylarına hakim olmayı istemek gibi şeyleri merak ediyorum. Hiç mi olmadı gerçekten?

Genç yaşlarımda bu tür adımlarım oldu. Mektup yoluyla daha çok. Onun dışında oldukça tutuktum ama. 1984’de, Bilsak barında biriyle buluşacağım, yanımda o zaman 7 yaşında olan oğlum var. Oğlan sıkılıyor tabii, yerinde durmuyor, kalkıp dolaşıyor. Bir ara baktım, barda biriyle konuşuyor: Turgut Uyar! Tanışmıyoruz. Oğluma kim olduğumu sormuş, yanıma geldi: “Ne yabani adamsın, oğlunla senden önce tanıştık!” Böyle işte.
Kitabın en önemli sahnelerinden, bir o kadar da en oyunlu sahnelerden birisi, yazarın karşılaştığı okurun resmini çizdiğiniz sayfa. Ve adeta sizin farklı zaman portrelerinizden birisi gibi. Yani biraz Las Meninas etkisiyle, başından beri yazarın Enis Batur olduğuna kanaat getiren okur, kitaptaki okurun Enis Batur olduğu zannına kapılıyor. Haliyle okur Enis Batur ise, onunla karşılıklı oturan yazarın kim olmasını isterdi?
Las Meninas benzetmesi çok yerinde. Karşımda Mallarmé ya da Nietzsche otursaydı ben kitaplarını okurken herhalde dilim tutulurdu.

http://kitap.radikal.com.tr/makale/haber/ideal-okurumdan-cekinirim-427841

0 yorum :

Yorum Gönder