21 Mayıs 2015 Perşembe

Ödüllü şairimiz Selahattin Yolgiden'in Birgün Gazetesi'nde Ömer Turan ile yaptığı röportaj...


Yarım kalmışlık hissi, anlatılamamışlık...

Cemal Süreya Şiir Ödülü... M. Sunullah Arısoy Şiir Ödülü... Arif Damar Şiir Ödülü... Behçet Aysan Şiir Ödülü... Evet bu ödüllerin sahibi Selahattin Yolgiden’in son kitabı ‘gittiğim en uzak yer sizdiniz’ Kırmızı Kedi Yayınevi’nden raflara çıktı

Yarım kalmışlık hissi, anlatılamamışlık...
SÖYLEŞİ: ÖMER TURAN
Son şiir kitabınız, “gittiğim en uzak yer sizdiniz” çok kısa bir zaman önce Kırmızı Kedi’denyarim-kalmislik-hissi-anlatilamamislik-47121-1.çıktı. Bu kitabı konuşacağız ama ben öncelikle; Selahattin Yolgiden’in şiir yolcuğunu, kitaplarını, ödüllerini ve sanatsal poetikasını öğrenmek istiyorum.
Kendimi bildiğim zamanlardan beri yazıyorum. Ben bunu şöyle düşünürüm. İnsan hayatındaki en önemli şey “anlatma” ihtiyacıdır. Kişi bununla beraber doğar. Aradan zaman geçtikçe neyi nasıl anlatacağını keşfeder. Ben bu hissi şiirle tatmin ediyorum. İlk şiirim 2000’de yayımlandı. 2004 yılında ilk kitabım “Su Kıyısında Kimse Yoktu” yayımlandı ve 2004 Cemal Süreya Şiir Ödülü’nü kazandı. O kitabımda izlek olarak kendi çocukluğum baş köşedeydi. İkinci kitabım “Gün Geceye Küstüğünde” 2007’de yayımlandı ve “M. Sunullah Arısoy Şiir Ödülü”nü kazandı. İzleğim yine aynıydı. Şiirlerimi bir çocuğun duyarlılığıyla oluşturup, hayata o gözle bakmaya çalışmıştım. Ardından 2009’da gelen üçüncü kitabım “Unuttuğum Limanlar”da ise denize kıyısı olan kentleri, limanları yazdım. 2011’de çıkan “Lacivert Bir Oyundu İkimiz Arasında” isimli kitabım “Arif Damar Şiir Ödülü”nü, 2013’te çıkan beşinci kitabım “Eve Geç Kaldım Yalnızlık Bekler” ise “Behçet Aysan Şiir Ödülü”nü kazandı.
Kitaplarınızın isimleri alışık olduğumuz türden biraz farklı; hepsi bir dize uzunluğunda aslında. Bu bende, kitabın içindeki şiirleri okumaya başlamadan önce okuyucuya hazırlanmış meraklandırma fragmanı gibi bir algı uyandırdı. Deneysel bir durum mu yoksa?
Bu tamamen benim tercihim. Uzun isimli kitapları seviyor ve içeriğini merak ediyorum. Bu yüzden dediğiniz “okuyucuya hazırlanmış meraklandırma fragmanı” doğru bir saptama.
Bir önceki “Eve Geç Kaldım Yalnızlık Bekler” kitabındaki tematik özellik şuydu: Düşün ve sanat insanları üzerinden şiirin duygu ve düşünce yapısını buluşturmuştun. Oradan hareketle yaşamın kılcal damarlarına da bir yolculuk yapmıştın. Bu son kitabında ise, bay antuan imgesi ya da karakteri ile aynı yolculuğu sürdürüyorsun. “gittiğim en uzak yer sizdiniz” bana bir devam şiirleri gibi hissettirdi kendini, yanılıyor muyum?
“gittiğim en uzak yer sizdiniz”in neredeyse tamamı aslında tek bir şiir olarak yazıldı. Bir önceki kitabımda çok ciddi hazırlık süreci geçirmiştim. Bir iddiam vardı; o ressamların ne kadar önemli olduklarını, resim ile şiir arasında nasıl bir benzerlik olduğunu anlatacaktım. Bu yüzden onların hayatları, yapıtları ve ait oldukları akımlar arasında uzun süren bir hazırlık dönemi geçirdim. Son kitabımda ise böyle bir süreç yaşamadım aslında. O yüzden bir devam olduğunu düşünmüyorum. Bence onun en büyük özelliği şuydu: İlk defa uzun, upuzun bir şiir yazdım. Bay Antuan geldi ve dertleştik kitap boyunca.
Bay Antuan ile sürekli bir dertleşi halindesin. Ondan hep tutarlı cevaplar bekler gibisin ama yer yer de onu incitecek türden sorgulamaları da en üst perdeden yapıyorsun. Bu dünyanın bütün yükünü neden onun omuzlarına yüklüyorsun?
Aslında kendi omuzlarıma yüklüyorum. Bay Antuan bazen bendim, bazen de herkesti. İlk başlarda onun bir alter ego olup olamayacağını düşündüğümü hatırlıyorum, ama değildi, bazen kendi benliğimden çıkıp bambaşka bir şekle bürünüyor ve söylenmesi gereken, ona söylemem gereken ne varsa bana söyletip gidiyordu. Ondan beklediğim tutarlı cevaplara kızıyor ve bazı zamanlar ise sorularımı havada bırakıyordu. Yanıt alamadığım bu zamanlarda hırsımı ondan çıkardım desem doğrudur. Bir de şu var, Bay Antuan’ın omuzlarına yüklediğim yük benim yüküm aslında. Ben yardıma muhtaç birini gördüğümde elimden ne geliyorsa sonuna kadar yapan, yapamazsam içi içini yiyen biriyim. Trafikte kalan arabaları itmeye yardım ederim, sokaktaki kediler ve köpekler için düzenli mama alırım, çiçeklerle konuşurum, imge olarak değil, cidden konuşurum. Böyle yaşamak kolay mı, değil elbette ancak kesinlikle huzurluyum. Bay Antuan da bana yardımcı oldu bu süreç boyunca.
“gittiğim en uzak yer sizdiniz”deki yolculukların birçok yere uğruyor ama nedense hep Balkan kentlerinde konaklıyor. Senin için belki bir köke sığınma olabilir. Okuyucunun oralarda sezmesini istediğin nedir?
Dedelerim Balkanlardan gelmişler. İçimde neredeyse tüm Balkan ülkelerinin kanını taşıyorum. Elbette daimi konaklama mekânlarım bu kentler olacaktı. Bu sadece son kitaba özgü bir durum değil ama, ilk kitabımdan itibaren bu “göçmenliği” anlattım ben. Elmanın diğer yarısı oldukları için İstanbul’daki azınlıklardan da bahsettim. Göçmenlik ve şiir arasında muazzam bir ilişki görüyorum. İkisinde de o yarım kalmışlık hissi, anlatılamamışlık var. Bu sığınmanın bir diğer önemli sebebi de çocukluğumdan itibaren dinlediğim göç hikâyeleridir. Sonuçta birilerini bence geçerli olmayan sebeplerle köylerinden, kentlerinden uzaklara gitmeye zorluyorsunuz. Üstelik etiketler yapıştırıyorsunuz onlara “Sen busun, o yüzden burada ya da orada olman lazım.” Ortaya çıkan yabancılık hissini onarmak için ise benim hayatım boyunca devreye şiir girdi. Şiire sığındım. Şiirlerimin de öyle limanlar olmasını arzulayarak yazdım.
“haritaların yakılması”, “dünyanın bütün sınırlarının kalkması” dizeleri bana öyle ütopyalar denizinde yüzerken alelade söylenmiş gibi gelmedi. Bu büyük coğrafyanın bizlerden bunu ivedi olarak istediğine sen aracılık ediyorsun aslında…
Bu doğru. Bana kalsa yarın dünyanın tüm ülkelerinin sınırlarını kaldırırım. Bir politikacı ise belki size bunun aptallık olduğunu söyleyecektir ve belki bunun böyle olamayacağı hakkında geçerli sebepleri vardır, bilemem. Neyse ki kitaplar var, hep vardılar ve onlar aradaki sınırları kaldırdılar.
“yazmak için unutulduğunu düşündüğümüz şeyleri:/ öğle uykularını, tipitip sakızları, elvan gazozunu…” Bu saydıklarının hepsi çocukluğumuzda kalanlar ve anımsadıkça yüzümüze gülümse bırakanlar. Şiirlerinde hep geçmişe açılan bir kapı mevcut. Bugünlerin bunaltılarından ve mutsuzluklarından kaçış için mi aralık hep o kapı?
Geçmiş, şiirimde önemli bir huzur noktası. Buna iki farklı şekilde bakıyorum: İlki, dediğiniz gibi geçmişe bakmak beni rahatlatıyor, ikincisi ise hata yapmamı engelliyor. Hayatım boyunca empati yaptım ve çok iyi bir gözlemciyim. Empati ve gözlem birleşince cidden attığınız her adımı tartan ve ona göre hareket eden bir birey haline geliyorsunuz. Ama zaten insan olmanın gereği bu değil mi?
“konuşan herkese baktık uzun uzun/ ve anlayamadık hayatı” diyorsun ya, anlasak ne değişecek ki?
Bilmem. Hayatı değiştirmek isteyen herkese izin versek ortaya çıkacak kaosu düşünebiliyor musunuz? Bu dizede de yine şiire sığınmak var aslında. Yani “Durumu kabulleniyorum ama yine de öyle düşünmüyorum” gibi bir şey söz konusu. O “hayatı anlayamamak” aslında anlayıp da kabullenmemenin getirdiği bir bıkkınlık aslında.
    http://www.birgun.net/haber-detay/yarim-kalmislik-hissi-anlatilamamislik-81375.html

    0 yorum :

    Yorum Gönder