21 Ağustos 2015 Cuma

"BU SEFER MAVİ, kapağı, baskıya hazırlanışıyla bu yaz gününde bir vapur yolculuğuna davet ediyor insanı. Kitabı elinize alıp sayfaları arasında bir gezintiye çıktığınızda hiç bir yere gideceğiniz yoksa da bir ada yolculuğu yaparsınız veya Kadıköy’den Karaköy’e Beşiktaş’a gitmek gelir içinizden, amaçsızca." Hale Seval, Radikal Kitap için yazdı ^Bakakalırım giden geminin ardından"

https://www.facebook.com/kirmizikediyayinevi/photos/pcb.901120343291114/901119426624539/?type=1&theater

Bakakalırım giden geminin ardından

Her edebiyatçı kendine göre bir yolculuk aracı sever. Kimi trenin tıkırtısına yayar yazdıklarını kimi de otobüsün camından gelip geçen hayatlara. Bir ışıkta duran otobüsten seyrettiği evlerin içine döker kalemini.

21.08.2015 00:15

HÂLE SEVAL

Bakakalırım giden geminin ardından
 
Bu Sefer Mavi, Haydar Ergülen’in Yolculuklar ve Kentlere ait derlediği kitabın üçüncüsü. Otobüs, tren ve ardından gemiler... Bir de gelecek olan uçak yolculukları olmalı, mutlaka gelecektir. Her edebiyatçı kendine göre bir yolculuk aracı sever. Kimi trenin tıkırtısına yayar yazdıklarını kimi de otobüsün camından gelip geçen hayatlara. Bir ışıkta duran otobüsten seyrettiği evlerin içine döker kalemini. Ya yolculuklar ve gemiler! Kitap da Edip Cansever’in dizeleriyle açılır: “Mavi bir suyun düşünü uyutur bir tayfa/ Arkada, güvertede/ Ah, neresinden baksam sessizlik gene.”
Biliyoruz ki seyahatin tarihçesi tekerleğin icadıyla başlar. Coğrafya bilgilerini düzenleyen Yunanlılar bir dünya tasviri yaratırlar. Romalılar zamanında seyahatin resmi bir kimlik kazandığı kaçınılmaz bir gerçektir. Ortaçağın daracık, bozuk, tozlu yollarını hacılar, tacirler, hokkabazlar ve şövalyeler doldurur. Ve yollarda Rönesans’ın yarattığı büyük gezginler...
Bu Sefer Mavi, kapağı, baskıya hazırlanışıyla bu yaz gününde bir vapur yolculuğuna davet ediyor insanı. Kitabı elinize alıp sayfaları arasında bir gezintiye çıktığınızda hiç bir yere gideceğiniz yoksa da bir ada yolculuğu yaparsanız veya Kadıköy’den Karaköy’e Beşiktaş’a gitmek gelir içinizden, amaçsızca.
Ayşe Sarsayın da “’Yok Ülke’ye Yolculuk Adalardan Bir Ada” adlı yazısında o amaçsız çocukluk günlerine bir gönderme yapar. “Tek tük Boğaz vapurları, Karaköy-Kadıköy  bazen,yaz günlerinde halamlarla birlikte Küçüksu Plajına ya da Kınalıada sahillerine gidişlerimiz. Denizde olmak, hep büyük bir çoşku, sevinç. Vapurun kıç tarafında durup, kollarımı parmaklıklara yaslayarak, başım iki elimin arasında.”
Buradan da anlayacağımız gibi vapurun, denizin bir dili var. Ama o dil anlaşılır mı, veya herkes anlayabilir mi? Nurduran Duman “Bir Hediye Rüzgar” adlı yazısında “İnsandan başka canlı cansız her varlık iyi bilir ve iyi bilir ki, Denizceyi eğer isterse insan da öğrenebilir. Dili var denizin, konuşur insanla, bağırır, kahkaka atar, azarlar, sarılır öper...Çok zengin, cömert, doğurgan bir dil bu.” Evet, Nurduran Duman bu bütün özellikleri üzerinde taşıyan suyu şiirle birleştirir. Deniz diliyle kendi acısını, sevincini, üzüntüsünü, bir eş deyişle şiirselliği sunar bizlere. Kayalıklara vuran dalgalar, kuvvetli bir fırtınada falez yarın toprağını, çakılını götüren dalgalar... Eskiler ne der, deniz aldığını geri verir. Sadece o mu verir, sen de aldıysan denizden, çaldıysan suyundan, toprakla doldurduysan bil ki gelecektir zaman ve aldığını geri vereceksindir denize. Doğayla tam da geçerli olan Hammurabi kanunlarıdır. Doğanın başka kanunu yoktur ve o hiç değişmez..

“Ömür biter, yol bitmez”
Tabii bir de denizden karanın görünmesi vardır. Metin Celal de “Ayvalık Vapuruyla Avşa” adlı yazısında buna değinir. Yapılan yorucu, keyifli o vapur yolculuklarının ardından karanın görünmesine uzatır kalemini. “Karanın görünmesi demek, Marmara Adası’na ulaştık, yolculuğun yarısından fazlası geçti demekti. Marmara Adası’nı bir uçtan diğer uca kat edip el değmemiş koylara, küçük köylere bakıp hayaller kurarak adanın merkezine ulaştığımızda ilk hareketlenme başlardı. Vapur iskeleye yanaşıp yolcular inerken adanın delikanlıları da vapurun en yüksek yerine çıkıp denize balıklama atlayarak hem kızlara hava atar hem de yolcuların attığı madeni paraları dipten çıkarırdı.” Evet, kitabın sayfaları arasında ilerledikçe belki bildiğimiz ama hayatın koşuşturmacı arasında denize, yolculuğa, gemiler dair unuttuğumuz ne çok şey hatırımıza geliyor.
Ben “İki İskele Arasında Vapurlar” derken çocukluğumun kenti dediğim ama sevip sevmemeye bir türlü karar veremediğim Yalova’ya ve karşı kıyı Karaköy’e uzanıyorum. İnsanın çocukluğu sahil kasabasında geçerse oyuncağı da gemidir, denizyıldızıdır, kumdur, iskeledir, karşı kıyıdır, güneştir ve tabii tam da kitabın adı gibi mavidir.
Haydar Ergülen “Miço Sesleniyor”da  bir itirafta bulunur. Kitabın adının konma safhası, ne çok adlar bulunur, değişir, beğenilmez ama sonunda “Bu Sefer Mavi...olsun deyip üç noktayı da koyunca her şey bitti sandık. Bitmezmiş. “Ömür biter, yol bitmez” dedikleri şey, meğer en çok deniz için geçerliymiş., “dünya biter, deniz bitmezmiş! Bitmesin.” diyerek itirafını okuyucuyla buluşturur.

Dalgaların sesi
“Nasıl Olsa Gideceksin” adlı yazı Cemil Kavukçu’nun kaleminden. Hayatının bir kısmı denizlerde geçmiş biri için deniz, ada, gemiler nedir, bilir misiniz? Denize uzak bir kasabada doğup büyüyen ama sonra da denizle iç içe olan Cemil Kavukçu, denizde yakalandığı o fırtınaları anlatır. Onun yazısısını okurken yüzünüze vurur denizin suyu.
Sunay Akın bir geminin öyküsüyle kaptanın öyküsünün nasıl ayrılmaz bir bütün olduğunu vurgular. Kaptanın evidir, çocuğudur, sevgilisidir gemi. Üsküdar’lı bir ailenin oğlu Şefik Göğen’in hayatına çevirir kalemini. Denizi ilk görüşünü, annesinin kucağında dalgaların sesiyle ilkdefa tanışmasını anlatır.
Denizin hikayeleri bu yazdıklarımla sınırlı sanmayın daha kimlerin yazısı var maviyi, denizi, sevgiyi, özlemi, anlatan. Atilla Birkiye, Riitta Cankoçak, Vecdi Çıracıoğlu, Küçük İskender, Vivet Kanetti, Gönül Kıvılcım, Uğur Kökden, Nilüfer Kuyaş, Sevin Okyay, Sibel Oral, Neslihan Önderoğlu, Engin Turgut. Esmahan Aykol’un yazısı varsa bekleyin ölümü cinayeti... Maviye kan mı bulaştı, bulaşır veya bulaşmaz, okuyun siz karar verin.
Kitabı en doğru okumanın yolu tefe’ül açmak. Kitap falı. Eskiden herhangi bir şairin divanından yapılırmış tefe’ül. Rastgele kitabın sayfaları açılır, orada çıkan sözcüklere cümlelere göre günü, hayatı yorumlarlarmış. Sıra takip etmeden canınızın çektiğin başlayarak kitabı okuma olanağınızın olması belki de en güzel tarafı. Ben tefe’ül açtım okurken. Hangi yazı gelirse oradan başladım. Nasılsa hepsi deniz, hepsi gemi, Bu Sefer Mavi değil mi!



0 yorum :

Yorum Gönder