3 Ağustos 2014 Pazar

“Uğrunda yaşayacağım çok şey var”

Asuman Kafaoğlu-Büke 
Radikal Kitap Eki 17.05.2014


“Hiçbir zaman mutlu olmayabilirim ama bu gece halimden memnunum.” On sekiz yaşındaki Sylvia Plath, Temmuz 1950’de günlüğüne bu sözleri yazmış. Plath’ın ölümüne dek yazmayı sürdürdüğü günlüklerinin yeni baskısı da bu cümleyle başlıyor. Sylvia Plath, edebiyatın Frida Kahlo’sudur diyerek belki biraz sert bir yorumla başlamak istiyorum; çünkü Kahlo gibi Plath da eserlerinden önce hayatıyla öne çıkan kadın sanatçılardan. Ted Hughes ile evliliği, mutsuzluğu ve sonunda intiharı, ne yazık ki eserlerinden daha sık gündeme gelir. Sanırım bu nedenle günlükleri özel hayatının bir uzantısı olarak şiirlerinden daha çok ilgi görmüştür.
Günlükler, şairin ölümünden sonra ilk kez 1982’de yayımlandığında kocası Ted Hughes bazı bölümleri çıkardığını itiraf etmiş ve bu yüzden çok eleştirilmişti. Hughes, kitabın önsözünde çocukları Frieda ve Nicholas’ın etkilenmemesi için günlüklerin son bölümünü imha ettiğini, “O günlerde unutmak, hayatta kalmanın en zorunlu parçası gibi görünüyordu” diye yazmıştı. Günlüklerin yayımlandığı yıl, ölümünden yaklaşık yirmi yıl sonra, Plath ününün doruğuna ulaştı ve bir de Pulitzer Ödülü kazandı.
Günlükler, Smith College’da öğrenciliğiyle başlıyor. Çok başarılı ve hırslı bir öğrenci olduğunu anlıyoruz. Çocukluk anıları da en çok günlüklerin bu ilk bölümünde yer alıyor. Babasını kaybettiği sekiz yaşına kadar mutlu olduğunu söylüyor, bu yılları betimlerken şişenin içinde tüm zarafetiyle duran, sonsuza dek mühürlenmiş beyaz bir yelkenliye benzetiyor hayatını. Mutsuz anılar bundan sonra başlıyor ve hayatı boyunca da sürüyor.
Kendisini tanıma süreci
Öğrenciliğin yanı sıra okulun gazetesinde editör olarak çalışıp sürekli yazıyor. Yayımlanan şiir ve yazıları olsa da, her genç yazar gibi o da ilk başlarda reddediliyor, bu durum her seferinde büyük bir yıkıma yol açıyor. İlk intihar denemesini anlattığı satırlar tam böylesi bir reddediliş sonrasında gerçekleşiyor. Geçirdiği bir trafik kazasının sonradan aslında intihar teşebbüsü olduğunu da öğreniyoruz. Öncesinde bacaklarına kesikler atıp intihar etmeye cesareti olup olmadığını görmek istiyor ve hayatı boyunca onu terk etmeyecek olan depresyonu bu dönemde başlıyor. Kendisini tanıma süreci olarak da okunabilir Plath’ın günlükleri. “Kabul et evlat, felaket güzel çıkışlar yakaladın. Belki bir Elizabeth Taylor değilsin. Genç Hemingway de değilsin, ama Tanrı’ya şükür, büyüyorsun. Başka bir deyişle, yalnızca beş yıl önceki o çirkin, içedönük çocuktan bu yana çok yol katettin” gibi kendisiyle konuştuğu bölümlerde en içten olduğunu hissediyoruz yazarın. Temmuz 1950 ile 1953 arasında yazdıkları belki de en depresif çağrışımlarla dolu, ne de olsa daha yirmi bir yaşın altında üniversite öğrencisi; ergenlik sorunlarını aşamadığını, fazlasıyla kırılgan olduğunu görüyoruz bu yıllarda. Ayrıca bir takıntı halinde ölümü düşündüğünü de. Örneğin 3 Kasım’da düştüğü kayıt, “Tanrım, intihar etmeye çok yaklaştığım bir zaman varsa eğer, şu andır; dermanı kalmamış uykusuz kanım damarlarımda akıp gidiyor...” Daha sonra şu sözlerle devam ediyor; “Beş yıl önce şu anda olduğum yeri görebilsem: Smith’te okuyorum, yazdıklarım (...) kabul edildi, güzel birkaç parça giysim ve zeki, yakışıklı bir erkeğim var – tek diyeceğim şu olmalıydı: Bütün istediklerim ancak bu kadar gerçek olurdu!” Fakat zeki bir genç kadın olduğu için bunların mutluluk için yetersiz olduğunun da bilincinde. “Virginia Woolf neden intiharı seçti? Ya da Sara Teasdale veya bütün diğer zeki kadınlar. Sırf nevrotik olduklarından mı? Yazdıkları şeyler en derin, en temel arzuların yüceltilmesi (ne korkunç bir sözcük ama) miydi? Ah bir bilebilsem!” Yetersizlik, sadece gençliğinde değil hayatı boyunca Plath’ı terk etmiyor. Ele geçirmeyi büyük bir hırsla istiyor, elde ettikten sonra bunun yetersiz olduğunu anlıyor ve büyük bir boşluğa düşüyor.
Mutsuzluk ve öfke dolu satırlar
Bir sonraki bölümde hayatına Ted Hughes giriyor, 1957’de evleniyorlar. Bu dönemde günlüğüne düştüğü notlar önceki yıllara nazaran daha umutlu. Evlendikten sonra Cambridge’a yerleşiyorlar, orada master tezini tamamlıyor. Üzerinden karamsarlığı atmaya çalışıyor. “Bugünden sonra aksatmak yok: ısınmak için önce bir sayfa günlük yazmalı. Benim için bütün keyif: aşk, ün, hayat, iş ve sanırım, doğamın esas ihtiyaçlarına bağlı olarak, çocuklar: kolay anlaşılır olmak, son beş yıldır içimde sıkışmış, etrafına set çekilmiş, tıkış tıkış olmuş dalgalar halinde taşan yaşanmışlıklara bir çekidüzen vermek.” Hayatın akışına kendine bırakması gerektiğini, çaresizliğe düşmesi için bir neden olmadığını kendisine tekrarlıyor. Yine kendisiyle konuşur gibi yazdığını, defterlerini bir çeşit kendini dinleyen yakın bir dost olarak gördüğünü anlıyoruz.
1957-58 yıllarını öğretmenlik yaparak ve bir psikiyatri kliniğinde yarı zamanlı sekreter olarak geçiriyor. Uzun yıllar doktoru olacak Ruth Beuscher ile tedaviye bu dönemde başlıyor. Öğrencilik yıllarında başlayan bunalımlı dönemlerde elektro şok tedavisi görmüş fakat bir faydası dokunmamıştı; şimdi daha makul bir tedavi biçimiyle doktoruna kendini açmaya başlıyor. Bu dönemde annesine kızgınlığı üste çıkıyor, aslında yıllarca bastırmaya çalıştığı çeşitli konulardaki öfkesini dile getiriyor. Bunlarla birlikte ilk başlarda hayranlık duyduğu kocası da onda aşağılık kompleksi yaratmaya başlıyor. Âdeta kocasının yeteneğiyle yarışıyor, yıllar geçtikçe mutlu anlar azalıyor, mutsuzluk ve öfke dolu satırlar çoğalıyor. Bu bölümleri okurken yanlış psikiyatri tedavisinin Plath’ı çok kötü etkilediğini ve 50’li yılların özgür ruhlu kadınlar için ne denli zor olduğunu, sanatçı kadınların üzerindeki kısıtlayıcı baskıyı, aile yapısının eşitsizliğini görüyoruz.
Sylvia Plath’ın şiirleri tür olarak “itiraf şiiri” olarak tanımlanır. Günlük hayatta kullanılan objelere farklı simgeler yerleştirerek yeni anlamlar üretir. Mutfakta eline aldığı bir bıçak, bacağındaki bir yara, beklemediği anda gelen bir telefon gibi imgeler hayatına dairdir ve her biri şiirlerinin temasına dönüşür.Günlükler de aynı türden bir itiraf dilinde yazılmış. Kendini dünyaya kabul ettirmeye çalışmayan, kendinde eksiklik, hastalık, sakatlık gören bir gözle yazılmış. Çoğu satırını okurken kendine ne denli haksızlık ettiğini görmek günlüklerin belki de geride bıraktığı en yoğun duygu.
Şimdi bu Günlükler her okurun ilgisini çeker mi? Gereksiz günlük detaylarla dolu ve hayatının ana teması hep mutsuzluk olmuş bir şairin beş yüz otuz sayfalık günlüğü, elbette tutkulu Plath hayranlarının ilgisini çekecektir fakat onların dışında Plath’ın yaşamöyküsü tek bir kadını anlatmadığı için, bir dönemin tanıklığı olduğu için okunmalı.

0 yorum :

Yorum Gönder