2 Ağustos 2014 Cumartesi

Tembelliğin Hakkını Vermek

Yankı Enki 
Remzi Kitap Gazetesi 05.2014

Kitabın başlığı, onun bir klasik olmasını, yazılmasının üzerinden yüz yılı aşkın bir zaman geçse de sıklıkla yayımlanmasını ve merakla okunmasını sağlayabilir mi? Paul Lafargue’ın “Tembellik Hakkı” başlıklı kitabı söz konuysa evet. Fransız yazar Lafargue’ın 1883 yılında hapishanede kaleme aldığı bu kısacık metin, aslında uzun çalışma saatlerine karşı yazılmış bir manifestodur. Marx’ın damadı olmak lüksüne erişmiş bir sosyalist olan Paul Lafargue, belli ki emeği sömürülen işçi sınıfının çıkarları doğrultusunda iddialarla doldurduğu bir eser bırakmıştır geriye, ancak bu kitap, “Tembellik Hakkı” yerine “İşçi Sınıfının Sömürüsü” ya da benzeri başka bir başlık taşısaydı, bugün klasik dediğimiz eserlerin yanında değil, sol literatürün ünlü kitapları arasında yerini alabilirdi. Böylesi iddialı bir isim, bugünkü burjuvaziye, orta sınıflara, hatta halihazırda çalışmayan, hatta çalışmayı mesleki çalışmadan ayrı olarak değerlendiren herkese, sözgelimi ödev yapmayı sevmeyen öğrencilere bile sesleniyor.

Sol literatür dediğimizde herhalde aklımıza ilk olarak Marx ve Engels imzalı “Komünist Manifesto” gelecektir. Muhtemelen sol görüşlü okurların ya da sempati duyanların ilk okuduğu kitaplardan biri oldu bu eser. Ayrıca, bu manifesto da tıpkı “Tembellik Hakkı” gibi kısacık bir metindi. Başlığında “komünist” sözcüğü geçmeseydi, belki daha da fazla okuru olacaktı, tıpkı “Tembellik Hakkı” gibi. Lafargue’ın eseri daha genel bir okurun kitabı oldu, halbuki o da en az “Komünist Manifesto” kadar belli bir kitlenin ideolojik meselelerini ele alıyordu.

Kırmızı Kedi’nin Işık Ergüden çevirisiyle, güzel bir kapakla ve kaliteli bir baskıyla yayımladığı kitap, Türkçede daha önce de defalarca okurla buluştu ve görünen o ki buluşmaya devam edecek. En başta dediğimiz gibi, eserin adı zaten okuru davet ediyor. Ancak bir de diğer tarafından düşünmek gerekli. “Tembellik Hakkı” başlıklı bu kitap, okuruna vaat ettiği okumayı sunuyor mu? Kısacası, Lafargue okurunu tatmin edebiliyor mu?

Lafargue’ın şaşırtmacalı bir eseri bu. Oldukça saldırgan, bazen ironik, hatta yer yer komik. Yazarın politik olarak durduğu konum elbette belli oluyor, ancak “Tembellik Hakkı”nı 19. yüzyılın ironi anlayışıyla örülü eleştirel bir metin olarak mı okuyacağız yoksa “Komünist Manifesto”yu okuduğumuz gibi, biraz daha ciddiyetle mi yaklaşacağız bu metne? Bu sorularımız özellikle bugünün okurunu ilgilendiriyor. Klasikler bağlamında bunu tartışmamız da bu yüzden, çünkü az önce belirttiğimiz gibi, bir eser yüz yıl sonra da aynı şekilde okunabiliyorsa, zamanı ve mekânı aşan bir eser olabiliyorsa “klasik” diyoruz ona.

Lafargue, geçmişten seçtiği birkaç “tembellik” örneğiyle başlıyor bu kitaba. İspanyolların çalışmayı köleliklerin en kötüsü olarak görmelerinden, Yunanlıların da çalışmaya iyi gözle bakmadığından, antikçağ filozoflarının, hatta Hz. İsa’nın tembelliğe düzdüğü övgülerden hareketle sözü proletaryaya getiriyor ve çalışmayı kötülüklerin anası olarak gösteriyor.

Yazar, ikinci bölümdeyse çalışmanın kutsanmasına ilişkin örnekler veriyor ve sonuçta proletarya için şu kanaate varıyor: “Veremli İnsan Hakları’ndan binlerce kez daha soylu ve daha kutsal olan Tembellik Hakları’nı ilan etmeli; günde sadece üç saat çalışmaya, aylaklık etmeye, günü ve gecenin geri kalanında âlem yapmaya kendini mecbur kılmalıdır.” Bu noktada, kitabın ilerleyen sayfalarında da savunacağı çok önemli bir hedefle geliyor Lafargue: “İşçilerin çalışmaya olan saçma sapan tutkusunu yenmek gerektiğini ve onları ürettikleri malları tüketmeye mecbur etmek gerektiğini kanıtlamak.”

Aslında Lafargue’ın en önemli fikir ve yorumlarının olduğu bölüm, “Aşırı Üretimin Sonuçları” başlıklı üçüncü bölüm.

Burada yazar, işçi sınıfını daha temellendirilebilecek eleştirilerle ele alıyor. Özellikle makinenin gelişimi ile işçilerin verimi arasındaki ilişkiden bahsediyor ve proletaryanın beyninin yıkanmasına nasıl izin verdiğine dikkat çekiyor. Rakamlarla tezlerini güçlendiriyor ve çalışmanın işçi sınıfı tarafından savunulacak bir kavram haline nasıl geldiğini ve aynı şekilde tembelliğin uzak durulması gereken bir şeye dönüştüğünü gösteriyor. Kapitalizmi eleştirdiği en değerli cümlelerinden biri de şu belki: “Kapitalist üretimin büyük sorunu, üretici bulmak ve bunların gücünü misliyle arttırmak değil, tüketiciler keşfetmek, onların iştahlarını kışkırtmak ve onlar için yapay ihtiyaçlar yaratmaktır.”

Fransız yazar, sözü İngilizlerin “insan üretkenliğini arttırmak için çalışma saatlerini azaltmak” yoluna gidebildiğine ancak Fransızların bunu beceremediğine getiriyor. Hatta o sıralarda yeni gelişmekte olan Amerikan ekonomisini de Fransa’yla karşılaştırma yapmak için örnek gösteriyor: “Amerika’da makine, tereyağı yapımından buğday çapalamaya dek, tarımsal üretimin bütün dallarını istila etti. Neden? Çünkü özgür ve tembel Amerikalı, Fransız köylüsünün sığır gibi hayatındansa bin kez ölmeyi tercih eder. Sağı solu tutulan çiftçileriyle ünlü muzaffer Fransa’mızda son derece zahmetli bir iş olan çiftçilik, Amerika’nın batısında, oturup uyuşuk uyuşuk pipo içerken açık havada geçirilen hoş bir zamandır.” Eserini makineye sunduğu övgülerle bitiriyor Lafargue. Ondan “Tanrı” diye bahsediyor.

Sonuçta, saf düşüncelerle yazılmış, basit bir metin “Tembellik Hakkı”. İşçi sınıfına ve önderlerine bir farkındalık aşılama gayretinde olan, bugün kullandığımız anlamda “liberal”, ama tartışmalarının temeli bağlamında sosyalist bir eser. Eğer bir tembellik hakkından bahsedeceksek, bu hakkı proletaryaya veriyor Lafargue, tembelliğin de hakkını verebilecek olan proletaryaya… Bir klasik eserin okur kitlesini düşündüğümüzdeyse, kafamızdaki soru yerini koruyor: “İşçi sınıfı” olarak etiketleyemeyeceğimiz genel okur böyle bir eserin hakkını verebilir mi?

Kaynak:
http://www.remzi.com.tr/kitapGazetesi.asp?id=3&kayitID=0&ay=5&yil=2014&bolum=12&sayfaNo=1

0 yorum :

Yorum Gönder