22 Temmuz 2015 Çarşamba

İtalyan yıldız SOPHIA LOREN’in otobiyografisi "DÜN, BUGÜN, YARIN - BÜTÜN HAYATIM" “Bunları yaşadığıma ben bile inanamıyorum” dediği anılarla dolu. Hale Kaplan Öz Star Cumartesi Eki için yazdı...

http://haber.star.com.tr/cumartesi/begenmediler-agzin-buyuk-burnun-uzun-dediler/haber-1044441#.Van4OFLqtrM.twitter

Ünlü İtalyan yıldız Sophia Loren’in otobiyografisi “Bunları yaşadığıma ben bile inanamıyorum” dediği anılarla dolu. İlk çekiminde fotoğrafçının yaptığı “Yüzü kısa, ağzı büyük, burnu uzun” eleştirisi buna en iyi örnek.


Sophia Loren: Beğenmediler! Ağzın büyük burnun uzun dediler
Hale Kaplan Öz
SophIa Loren’in otobiyografisi geçtiğimiz günlerde Kırmızı Kedi Yayınevi tarafından okura sunuldu. Dün, Bugün, Yarın/ Bütün Hayatım isimli kitap, dünyaca ünlü İtalyan sinema oyuncusunun hayatını tüm samimiyetle anlattığı notlarından oluşuyor. 
Savaşta sefaletle geçen çocukluğu, katıldığı ilk oyunculuk yarışması, ardından gelen önlemez yükselişi ve oynadığı onlarca film, aldığı ödüller, Carlo Ponti ile evliliği, Cary Grant’la yaşadığı aşk, hayatına giren ünlüler... Oscarlı ilk İtalyan sinema aktristi olan Loren bile tüm bunların yaşanmış olduğuna inanamadığını söylüyor: “Hayatımı düşündüğümde her şeyin gerçekten yaşanmış olmasına inanmıyorum. Bir sabah uyanacağım ve rüya gördüğümü anlayacağım sanki. Ama pek de kolay olmadığı konusunda aramızda anlaşalım. Elbette güzeldi, zordu ve değdi. Başarının bir ağırlığı var ve bunu yönetmeyi öğrenmek gerekiyor.”
ANNEMDEN UTANIYORDUM
Dünyanın en güzel kadınlarından biri olarak kabul edilen Loren’in otobiyografisinde kendisiyle ilgili ilk yaptığı yorumdaki ‘çirkinlik’ vurgusu dikkat çekici. Oyuncuyu, gözlerini açtığı dünyada ilk rahatsız eden şey ise nikah dışı doğumu: “20 Eylül 1934 günü Roma’da, Santa Margherita Kliniği’nin nikahsız anneler bölümünde cılız ve çirkince bir bebek olarak doğdum. Çeyizim, bilgelik ve yoksullukla dolu bir sandıktı. Babam yoktu, annem fazla sarışındı, uzun boyluydu, neşeliydi ve en önemlisi evli değildi. Sıra dışı ve abartılı güzelliği beni utandırıyordu. Ben normal, insana güven veren, siyah saçlı, önlüğü yamalı, elleri yıpranmış, gözleri bitkin bir anne istiyordum. Annecik gelip beni gittiğim rahibe okulunun kapısından almasın diye Tanrı’ya dua ederdim, çünkü arkadaşlarımın yanında utanıyordum.”  II. Dünya Savaşı yılları ise ünlü yıldızın çocukluğuna açılmış en büyük yara. Annesinin dilencilik yaptığı o yıllarda Loren bombardımanda bir kez yaralanmış: “Savaş patlak verdiğinde altı yaşındaydım, bittiğinde on bir. Gözlerim bir daha asla silemeyeceğim görüntülerle doluydu. İlk anılarımı düşündüğümde bombaları, hava saldırısı sirenlerini yeniden duyar, açlığın midemi ısırışını hala hissederim. Ve soğuk, karanlık, daha karanlık. İnanılmaz gibi gelebilir ama bugün bile ışık açıkken uyurum. Bombardıman başladığında annemle soluk soluğa sığınağa koşuyorduk. Bir akşam bomba parçası çenemi yaraladı. Çocukluğumun egemen teması açlıktı. Annem yiyecek bulabilmek için dileniyordu ama her zaman başarılı olamıyordu. Bize bir patates, bir avuç pirinç ya da kabuğu sert, içi nemli ve ıslak olduğundan bıçağa yapışan kara ekmekten getiriyordu.”
MAKYAJCI KEŞFETTİ
Sophia Loren’in şöhret basamaklarını tırmanmadan evvel güzel bir kadın olarak görülmediğini söylesek ne düşünürsünüz? İnanması güç ama gerçek. Anlattığına göre ünlü aktristin ilk çekimlerinde kameramanlarla arası pek hoş değilmiş. Hatta yaptıkları yorumlarla bazen incitici bile olmuşlar: “Gayet yetersiz olduğumu düşünüyordum, kameramanın da aynı şeyi düşündüğü belliydi. “Efendim, resmini çekmek mümkün değil. Yüzü çok kısa, ağzı çok büyük, burnu da çok uzun!” Sonunda daha duyarlı ya da belki daha yaşlı bir makyaj ustası yardımıma yetişti. “Beyler dedikleriniz sadece saçmalık. Işıkları değiştirmek yeterli olacaktır. O zaman burnunun gölgesi kısalır!”
NORMALLİK BENDEN KAÇIYOR
Fırtınalı bir hayatı olsa da hep içe dönük yaşamayı istediği itirafı, Loren’in anlatısındaki samimiyeti ortaya koyuyor: “Sinemada tutkulu ve trajik rolleri, güçlü ve duygulu insanları canlandırmayı seçsem de hayatımda bunun tam tersi olmak istiyorum: Soğuk, kontrollü ve içe dönük. Yani normal” diyor efsanevi yıldız. “Ama normallik benden kaçıyor, yaşama sevincim, canlılığım, karakterim buna izin vermiyor” diye de ekliyor. Ona göre hep, hayatta olmak istediğinden çok farklı karakterlere çekilerek ve sıradan olmayan insanları canlandırarak sanat aracılığıyla kendini kabul ettirmeye çalıştı.
KRALİÇENİN YANINDA TAÇ TAKTI
“1957 yılında Royal Command Performance’da  çok büyük bir gaf yaptım. Davete o dönem çok sevdiğim modacım Emilio Schubert’in şahane bir giysisiyle katıldım ve giysimi minik bir taçla zenginleştirmek istedim. Gerçi bir yandan büyüyordum ama hala içten içe kraliçe olmak isteyen küçük bir kızdım. Maalesef davette bizi gerçek Kraliçe Elizabeth karşıladı ve kurallara göre bir saray mensubunun olduğu yere taçla katılmak doğru değildi. İngiltere kraliçesinin bunu sorun etmiş gibi bir hali yoktu ama ertesi gün gazetelerin attığı manşetler fazlasıyla yankı uyandıracak türdendi.” 
ZAYIFLIĞIMI YÜZÜME VURAN CHAPLIN
“Benim zayıf noktamı yüzüme vuran Chaplin oldu ve bunu o ünlü dürüstlüğüyle yaptı: Sophia, tatlım, bütünüyle mutlu bir kadın olmak istiyorsan aşman gereken büyük bir sınırın var. Hayır demeyi öğrenmelisin. Sürekli başkalarını mutlu etmeye, herkesi sevindirmeye çalışma artık. Hayır, hayır ve gene hayır. Sen bunu söylemeyi bilmiyorsun ve bu büyük bir eksiklik. Hayır demek, zamanını arzu ettiğin gibi yaşayabilmen için kesinlikle şarttır. Ben de çok zorlandım ama öğrendikten sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı, hayatım basitleşti.”
KOMŞUMUZ MICHAEL
“Çiftlik komşumuz Michael Jackson’dı. Çocuklar onunla tanışmayı dört gözle bekliyordu. Nihayet o gün de geldi. Bir sabah Michael bizi öğle yemeğine davet etmek için aradı ve biz de memnuniyetle kabul ettik. Bizi gayet şatafatlı biçimde karşılarken her şeyi, yüzünü çevreleyen bukleleri, ara gözlükleriyle siyah şapkası tamdı. Öğle yemeğinde çok lezzetli ıstakozlar yedik, sonra o hassas ve biraz çocuksu çekingenliğiyle evini gezdirdi. Konuklarını hayal kırıklığına uğratmak istemeyen Michael onları prova odasına götürüp efsanevi ay yürüyüşünü de yaptı.”
GÜNLÜĞÜNÜ NEDEN YAKTI?
“Bir ilkbahar sabahı kendimi aynada incelerken ansızın korkuverdim. Gözlerimin içine baktım ve ‘Ben burada olmadığımda günlüğüme ne olacak?’ diye sordum. Pek çok düşünceme, duyguma arkadaşlık etmiş siyah, sert kapaklı deftere uzun uzun baktım. Sayfaları çevirdikçe yılların kokuları burnuma geliyordu, yazımın değişmesinden ruh halimin sinirli, gergin, üzüntülü zamanları fark ediliyordu. Sonunda banyoya gittim ve bir kutu kibrit aldım. Tek bir hareketimle bütün sözlerim alev aldı, sonra da kül oldu. Bundan pişmanlık duymadım sadece günlüğümü biraz özledim.”

0 yorum :

Yorum Gönder