15 Nisan 2015 Çarşamba

Doris Lessing - ANILAR - Funda Özsoy Erdoğan SanatAlemi'nde yazdı...


DORIS LESSING’DEN  “ANILAR”

     
     2007 yılının Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Doris Lessing’in Kırmızı Kedi Yayınlarından çıkan ve İngilizceden dilimize Dilek Berilgen Cenkciler tarafından çevriler anılarını okuyanlar, aslında yazarın pek çok romanının otobiyografik öğeler taşıdığını da fark edeceklerdir.1919 yılında doğan ve 2013 yılında aramızdan ayrılan bu İngiliz yazarın 94 yıllık uzun ömründe anı torbasını bir hayli doldurduğunu söylemeliyim.
      Yazarın 1992 yılında kaleme aldığı ve ömrünün 1960’lı yıllara kadar olan kısmını kapsayan bu 850 sayfalık “Anılar” kitabı, aslında iki ciltten oluşuyor. Kırmızı Kedi yayınları, bu iki cildi tek kitapta birleştirerek okuyucuya sunmuş.
     “Tenimin Altında” ismini taşıyan birinci cilt, yazarın 1919 yılındaki doğumundan 1949 yılına kadar olan hayatının ilk otuz yılını kapsıyor. Bana göre Doris Lessing’i bir yazar yapan sırlar da bu bölümün satır aralarında saklı. Mesela annesi ile olan o travmalı ilişkisi… Bu ilişkinin detaylarına indiğinizde Doris Lessing’in romanlarındaki o kadınca duyarlılığın, o başkaldırının aslında ta çocukluğunda başlayan anneye isyandan kaynaklandığını da anlayabiliyorsunuz.
     “Yıllarca annemi, önceleri ateşli, sonradan soğuk ve katı bir şekilde suçlayarak yaşadım. Yaşanan acı ve ıstırap derin ve gerçekti”(s.25)
   Pek çok anne kız ilişkisinde inişler çıkışlar, sevgi ve nefret ikilemi yaşanır aslında. Ama Doris Lessing’in hayatında bu çatışmayı bu kadar travmatik yapan nedir? Bunun cevabını da kendi veriyor yazar:
     “…aşırı duyarlı, her zaman gözlemleyen ve yargılayan, mücadele eden, aşırı duygusal, sevgiye aç bir çocuk sahibi olması onun (annemin) talihsizliğiydi. Bir değil, birçok kusuru olan bir çocuk.”(s.35)
    Belki kitapta yazıldığı gibi  bir çocuk olmasaydı Doris Lessing, ona asla vurmayan, her zaman iyi bir eğitim alması için uğraşan, her şeyi ile titizlikle ilgilenen, ama aşırı enerjisi ve tahakküm gücüyle kızını her zaman huzursuz eden bu anne, yazarın bütün hayatını şekillendirmeyecek, onu otoriteye her zaman  baş kaldıran asi bir karaktere dönüştürmeyecekti. Bir bakıma bunca acı çekmesine sebep olan anne, aslında onun yazarlık serüvenini de başlatan kişi olmuş farkına varmadan. Yazar, yıllarca annesini suçlamış, yargılamış, irdelemiş; ancak kendi de yaşlı bir kadın olduğunda ( Bu otobiyografiyi yazarken Doris Lessing, 72 yaşındadır, annesi ise 73 yaşında iken vefat etmiştir.) annesini anlayabilmeyi, sevebilmeyi, bir anlamda duygudaşlık kurup bağışlayabilmeyi başarmış. Çünkü o anne, üç yaşındayken öksüz kalıp, soğuk bir üvey anne, aşırı otoriter bir babanın elinde sevgisiz büyümüştür. Sevilebilmek için hep en iyi olmaya çalışmıştır. Birinci Dünya Savaşı’nın yıkımını görmüş, asıl aşkı olan genç doktor sevgilisini savaşta yitirmiştir. İşte o sırada savaşta bir bacağını kaybeden ve hemşirelik yaptığı hastaneye getirilen, kendi gibi derin depresyon geçiren, yazarın babası olacak kişiyle tanışır. İki ruhu yaralı kişi, bu yaralarını evlenerek iyileştirmek isterler. Onlara savaşı hatırlatan, hayal kırıklıklarını hatırlatan, kırgın oldukları İngiltere’den ayrılarak İran’ın Kirmanşah şehrinde (Yazar ve erkek  kardeşi, bu şehirde doğmuştur) yeni bir hayata başlarlar. Ortaya çıkan manzara: sevecen ama hayata karşı duyarlılığını yitirmiş bir baba; hayallerini gerçekleştiremeyen, yüksek enerjili, kendi yapamadıklarını, başarmak isteyip de savaş yüzünden yarım kalan hayatını çocuklarının varlığında bütünlemeye çalışırken bir anne.
     “Acaba savaşın sakat bıraktığı ailelerde yetişen kaç çocuğun damarlarında, bu çocuklar daha konuşmayı sökmeden önce aynı zehir akmaya başlamıştı?” (s.19)
    O halde, savaş olmasaydı asla birlikte olamayacak, ayrı karakterlerdeki bu iki kişinin evlenmesiyle doğduğuna bakılırsa, Doris Lessing “Beni savaş doğurdu.”  demekte haklıdır.
     İran’ın Kirmanşah şehrinden Afrika’nın İngiliz sömürgesi olan Güney Rodezya bölgesine uzanan bir hayat. Doris Lesing’in yazarlığını başlatan en güçlü etken,  annesiyle olan travmalı ilişkisi ise, yazarlığını besleyen de ömrünün yirmi beş yılını geçirdiği bu Güney Rodezya bölgesi olmuştur. Beş yaşında yerleştikleri bu bölgede, uzun yıllar yaşadığı o çiftlik hayatına bu otobiyografiyi okuduğunuzda yazarın çok şey borçlu olduğunu da görüyoruz. Hayvanlarla, toprakla, bakir doğa ile ve kitaplarla iç içe, özgür bir çocukluk geçirmiştir yazar bu çiftlikte. Belki de Güney Rodezya’da yaşadığı bu hayat, ömrünün daha sonraki yıllarında yaşadığı onca sıkıntıya direnç göstermesi için bir  güç oluşturmuştur onda. İlk evliliğini, iki küçük çocuğunu babalarına bırakma bahasına bitirebilme cesareti göstermesinde ve ikinci evliliğini de bitirerek, bu evliliğinden doğan iki yaşındaki oğlunu yanına alarak, otuz yaşındayken, çantasında çok az para ve yayımlanmaya hazır ilk romanı “Türkü Söylüyor Otlar” ,  İkinci Dünya Savaşı’ndan henüz çıkmış, yokluk içindeki İngiltere’ye, yanında bir bebekle  tek başına gitme cesareti gösterebilmesini, o gözü karalığını,  saygının ötesinde benim gibi hayranlıkla karşılayanlar çoğunlukta olacaktır.
     Doris Lessing, “Tenimin Altında” adını verdiği otobiyografisinin 455 sayfalık birinci cildini, 1949 yılında Güney Rodezya’dan ayrılışıyla bitirir. Birinci cilt, yazarın kitabında bizzat belirttiğine göre “tökezlemeden ve bilinç engelleriyle karşılamadan” yazılmıştır. Zira bu otobiyografiyi yazdığı 1992 yılına geldiğinde, 1949 yılına kadar yaşadığı Güney Rodezya’da, yazdıklarıyla üzebileceği fazla kimse kalmamıştır. Ama Londra’ya geldiği andan itibaren yaşadıklarını anlattığı ikinci cildi yazmakta zorlandığını itiraf eder yazar. Yine de yazmaya zorlar kendini, bazı isimleri vermeden. Aksi taktirde; onun adına sevgililerini, yoldaşlarını, arkadaşlarını devreye sokarak kaynak toplayıp, ısrarla biyografisini yazmaya çalışanlara fırsat vermiş olacaktır. Halbuki yaşadıklarının başkalarının bakış açısıyla değerlendirilmesini istemez Doris Lessing;  kendi yaşadıklarını, bunların bizzat üzerindeki etkilerini, yine en iyi kendi aktarabileceği düşüncesindedir. İşte iki ciltlik bu otobiyografinin ortaya çıkış nedeni de bu düşüncedir.
  Bana göre kitabın “Tenimin Altında” ismini taşıyan ilk cildi, diğer ciltle kıyaslandığında çok daha hızlı akıyor. Bunun nedeni de yazarın itiraf ettiği gibi “tökezlemeden” yazılmış olması, yani yazarın kitabı yazarken kendini daha özgür hissetmesi olabilir. O halde yazarın 1949-1962 yılları arasında yaşadıklarını konu alan, otobiyografinin ikinci cildine “Gölgede Yürümek” adını vermesi de yerinde bir tercih olmuş.
    İkinci ciltte  Doris Lessing, artık kitapları basılan bir yazar olmanın yanında daha Güney Rodezya’da tanıştığı komünizmle kurduğu duygusal bağ üzerinde de ayrıntısıyla durur. Yazarın başka İngiliz yazarlarla beraber 1950’lerdeki soğuk savaş döneminde, siyasi tercihinden ötürü davet edildiği Sovyetler Birliği’nde yaşadıkları, gözlemleri, yirmi yıllık komünizmle inişli çıkışlı gönüldeşliğinden sonra, fikirlerinin yavaş yavaş değişmesi sırasındaki aşamaları ayrıntılarıyla verişi hayli ilgi çekiyor. Ayrıca “Gölgede Yürümek” adını verdiği bu bölümde,  Doris Lessing’in yazarlık hayatı üzerine samimi açıklamaları,   okurların ve genç yazarların dikkatini çekecektir. Onca sıkıntıya, yoksulluğa –bazen yiyecek alacak, kirasını ödeyecek para bulmakta zorlandığı anlar olmuştur- zamansızlığa rağmen yine de nasıl ısrarla yazdığı, yazmayı nasıl bir yaşam biçimine çevirdiğini anlatarak, bir anlamda yazar olmayı hedefleyenlere de kılavuzluk yapar bu kitabıyla. Doris Lessing, Kadın hareketinin kutsal kitabı haline getirilen ve en çok tanınan kitabı “Altın Defter” e de oldukça geniş bir yer ayırmıştır ikinci ciltte. “Altın Defter”i yazma sebebini, yazılış aşamasını, yazıldıktan kırk yıl sonra bile hala ilgiyle okunan kitapla ilgili okuyucuların ve eleştirmenlerin tepkilerini ayrıntılarıyla verilmiştir burada. Ve yazardan samimi bir itiraf:
    “Altın Defer’i yazmak beni değiştirdi” (s.795)
    O romanı yazmak Doris Lessing’in düşünce tarzını nasıl değiştirdiyse, sanırım yazarın iki ciltte topladığı ve Kırmızı Kedi Yayınları’nın tek bir kitapla birleştirdiği bu otobiyografisi de pek çok okurun hayata bakışını değiştirecektir. Zira sadece bir yazarın değil, onca zor şartlara rağmen başarılı olmuş, inatçı, güçlü bir kadının mücadelesini de göreceksiniz, yazarın romanlarının tadını hatırlatan bu otobiyografide.       
  

0 yorum :

Yorum Gönder