31 Temmuz 2014 Perşembe

Yapamadığımızı Yapan Roman Kahramanı

Esra Tanyeli
Remzi Kitap Gazetesi 08.2014














“Kızıla Boyalı Saçlar” Yunanistan’ı kasıp kavuran bir roman. Yunanistan’da 260 bin gibi bir satış rakamına ulaşmayı başarmış. Yunanistan nüfusunun yaklaşık 10 milyon olduğunu hesaba katarsak gerçekten büyük bir başarı. Romanın televizyon dizisine uyarlaması ise hem Yunanistan’da hem de gösterime girdiği diğer ülkelere ses getirdi. Dizinin müzikleri Yunanistan’ın en önemli ses sanatçısı Yorgo Dalaras’a Altın Plak Ödülü’nü kazandırdı.

Fransızca, İngilizce, Almanca ve İbranicenin yanı sıra Türkçeye de çevrilen “Kızıla Boyalı Saçlar” ilk defa 2000 yılında Om Yayınları, daha sonra da 2002 yılına ise İş Bankası Yayınları tarafından okura sunulmuştu.

Romanın Türkiye’de yakaladığı popülaritenin hikâyesi en az kitap kadar ilginçtir. Dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer bir İstanbul ziyaretinde eşiyle birlikte Akmerkez’e alışverişe gelmiş. Burada Remzi Kitabevi’ni ziyaret ederek iki kitap satın almış. Bunlardan biri Kostas Mourselas imzalı “Kızıla Boyalı Saçlar”mış. Sezer her ne kadar gazetecileri atlatarak bir alışveriş kaçamağı yapmaya çalışsa da kitabın adı, konusu, hatta fiyatı bile basında haber olmuştu. Yayıncısının parayla bile satın alamayacağı bu reklamın kitaba 35 baskı yaptırdığı söylenir. Çağdaş Yunan edebiyatının en etkileyici örneklerinden olan “Kızıla Boyalı Saçlar”ın tüm başarısını bir habere yüklemek biraz haksızlık olur elbette. Ama bu haberin hatırı sayılır bir itici güç yarattığını da kabul etmek gerek.

Yayınlandığı yıl oldukça dikkat çeken romanın her iki yayınevinden baskısı tükenmişti ki Kırmızı Kedi Yayınevi unutulan bu bestsellerı yeniden, eski baskılarda bulunmayan, yazarın önsözüyle, okurla buluşturdu.

Kitabın yazarı Kostas Mourselas, aynı zamanda romanın çevirmeni Kosta Sarıoğlu’na verdiği bir röportajda romanını “insan özgürlüğüne yazılmış bir övgü” olarak tanımlıyor. Bu, kitabın deli mi akıllı mı, başa bela mı yoksa iyi bir dost mu, iyi mi kötü mü bir türlü karar veremediğiniz kahramanı Luis ve elbette onun tüm hikâyeleri için yapılabilecek en iyi özetleme bence. “Kızıla Boyalı Saçlar”, hayatlarının baharında denilebilecek bir grup gencin hayli çılgın, hesapsız, biraz başıbozuk, çokça erotik maceralarını silsileler halinde anlatıyor. Kışladan tavernaya, gecekondu mahallelerinden kalantorların yatlarına, mutaasıp bir mahalleden bir genelevin bekleme salonuna dönüp duran hikâyelerde belki de değişmeyen tek şey Luis’in tavizsiz bir şekilde özgürlüğüne sahip çıkışı. Romanın anlatıcısı Kostas, Luis’le maceralarını en ince detayına kadar anlatır. Luis hayatına giren insanların bir daha çıkmasına izin vermemesiyle ünlüdür. Aradan yıllar geçse bile onların peşine düşer ve neler yaşadıklarına, neyken ne olduklarına dair merakını gidermeden pes etmez. Bunun için ne gerekirse yapar ve bazen göze aldıkları korkutucu, itici, “yok artık” dedirten türden olabilir. Ama Luis, şu “şeytan tüyü var” denilen insanlardan: ona kızmak, onu yargılamak, ona sırtınızı dönmek kolay kolay gelmiyor içinizden. İşte bu nedenle her maceranın ardında daha bir merakla, “yine ne haltlar karıştıracak bakalım bu hergele” diyerek okumaya devam ediyorsunuz.
Bütün bunlardan Luis’in bir marjial, yeraltı insanı olduğu sonucu çıkmasın. O da herkes gibi çalışan sadece sürekliliği sağlamakla ilgili sorunları var, bazen âşık olan, zaman zaman evlenen bir adam. Sadece özgürlüğünden vazgeçmemekte direnen bir insan: Deneyimleme özgürlüğüne, vazgeçme özgürlüğüne, merak etme özgürlüğüne, yaşama özgürlüğüne sonuna kadar sahip çıkan, işte bu nedenle de sistemin bir parçası olamayan biri Luis. Roman boyunca tüm karakterler değişse de Luis hep aynı, bildiğimiz Luis. Diğerleri yaş ilerledikçe sisteme karşı ödünler verirken, memurluk, düzenli maaş, başarılı/saygın bir evlilik vs. için yavaş yavaş içlerindeki bağımsızlık ateşini küllendirirken Luis’in bir yaşama biçimine dönüştürdüğü direnişi daha da saygınlık kazanıyor. Neredeyse kutsal diyesim gelen bu direnişi nedeniyle ona kızmak, onu yargılamak gelmiyor içimden. Okurun büyük çoğunluğunun da Luis’e benzer bir perspektifle yaklaştığını ve romanın asıl başarısının buradan geldiğini düşünüyorum. Bizlere “Diren be Luis, vazgeçme, teslim olma, hayde vre Luis” dedirtebilmesinde.

“Kızıla Boyalı Saçlar”ın anlatıcısının yazarı ile aynı adı Kostas taşıması, romanın otobiyografik bir yanının olup olmadığı sorusunu akla getiriyor. Mourselas yukarıda da değiniğim röportajında bu soruya şöyle yanıt veriyor:

“Hayır roman otobiyografik görünmesine rağmen benim hayatımdan çok az unsur taşıyor. [...] ben okura yazarın yaşamış olduğu şeyleri öğreniyormuş duygusunu vermeyi seviyorum. Bu yaşadıklarını da bir masal gibi okura anlatan, okura fısıldayan bir yazar tipini yaratmayı seviyorum. Böylece okur romanı daha gerçekçi bulur. Ama tabii ki her kitabın içinde de otobiyografik özellikler var. Gerçek olmayan hiçbir şey yoktur. Her şey çevremizdeki, hayatımızdaki, kişisel deneyimlerimizdeki, okuduğumuz kitaplardaki bir uyarıdan doğar. Bütün bunlar içimizde yoğrulur ve buluşlar ile hayal gücü doğar. Hayal gücü tek başına, öyle havadan doğmaz. Hiçlikten bir şey doğamaz.”

Ardı ardına birbirinden ilginç, hiç beklenmedik, şaşırtıcı, çarpıcı, sürükleyici olaylarla örülü “Kızıla Boyalı Saçlar” öyle kolay anlatılabilir, özetlenebilir cinsten bir roman değil. Sinemacılar “En iyi film sözle anlatılamayan, sorana bir yanıt veremeyip yalnızca git izle dedirten filmdir” derler. Ben de bu roman için üç aşağı beş yukarı aynı şeyi söyleyeceğim: “Alın okuyun. Ne demek istediğimi anlayacaksınız.”


Kaynak:
http://www.remzi.com.tr/kitapGazetesi.asp?id=3&kayitID=0&ay=8&yil=2014&bolum=15&sayfaNo=1


0 yorum :

Yorum Gönder