30 Temmuz 2014 Çarşamba

Saramago’nun kilit taşı

Mert Tanaydın
Radikal Kitap Eki 24.09.2013 

Belki de Nobel’li yazarlar arasında ülkemizde son yılların en çok sevilenlerinden biri José Saramago. Márquez bir adım öndedir belki, Orhan Pamuk’u saymıyorum; okur onun üslubuna, mantığına ve temalarına olabildiğince alışmış durumda. Bugün bakınca, Türkiye’deki kitabevi raflarında üçüncü kez arzı endamına şahit oluyoruz, José Saramago’nun ilk başyapıtı Baltasar ile Blimunda’nın çevirisinin. İsmi, arada Manastır Güncesi de olmuştu (Portekizce orijinali Memorial do Convento’dan esinle; ilk ve şimdiki ismi İngilizce baskısından esinle konulmuş); çevirmeni, Saramago konusunda kıdemli Işık Ergüden. Sarı kapaklarıyla rafları dolduran Saramago yapıtları, okurların zihinlerini de destansı uzunlukta cümlelere yedirilmiş mizahi bir mantıkla dolduruyor, hem okuma keyfi hem de düşünme imkânı sağlıyor.
Portekiz, Salazar tarafından yönetilen faşist bir ülkeyken, yıllar boyunca sosyalist basında görev yapan Saramago, 1974-75’teki Karanfil Devrimi’nin ardından kurulan modern düzende kendini gerçekleştirmeye, edebiyatını geliştirmeye ve romana odaklanmaya niyetlenmiş yaşı ilerlemiş ama alelade bir yazardır. İlk yapıtlarında kişisel deneyimlerini romanlaştırırken, Latin dillerinin (özellikle Portekizce ve İspanyolca) cümleciklerle genişletilebilen, sayfalar boyunca uzayan cümle kalıbını geliştirmeye başlamıştır. Devrim sonrasında özgürleşen ülkede seyahat hakkını da rahatlıkla kullanan yazar, ülkeyi karış karış dolaşır ve 1981’de Portekiz Yolculuğu adını taşıyan kitabını da yayımlar. Tüm bu süreç, bir yazarın memleketini, tarihini ve kendi olanaklarını değerlendirerek, ilk başyapıtını yazmasına imkân tanır.

Tarihten bir karakter
Portekiz tarihindeki gerçek olaylardan harekete geçer Saramago: 18. yüzyılda, saltanatın ve dini kurumların (engizisyon) ülkeyi yönettiği bir dönemde, kraliyet ailesinin veliahtları doğduğunda Lizbon’un 28 kilometre ötesinde Mafra Manastırı’nı inşa ettirme kararı vermeleriyle başlatır romanını; aynı dönemde uçma meraklısı bir rahip olan Bartolomoeu Lourenço de Gusmau’nun tasarladığı tarihin ilk uçuş aletlerinden Passarola’nın inşa sürecini, denemeleri ve sonunda engizisyonla yargılanmasını katarak kurguyu fantastik bir boyuta çıkartır (gerçektir Peder Bartolomoeu’nun hikâyesi, Jules Verne yapıtlarından çıkmış gizi gözüken bu karakteri Saramago uydurmamıştır, tarihten almıştır); ve Saramago’nun imzası haline gelecek olan, tutku dolu aşklarıyla tüm zorlukları yenecek ve bu esnada biz okurlara masalsı gelecek tüm olayları anlatacak bir çiftin eklenmesiyle tablo tamamlanır: genç ve çolak bir asker olan Baltasar, kör ama sezgileri güçlü (yıllar sonra yazılacak olan Körlük’te tek kör olmayan Doktor’un karısıyla güzel bir zıtlık sağlanmış), annesi cadı olarak engizisyon tarafından yakılmış Blimunda’yla Saramago yazınının en güzel aşklarından birini okuruz.

1982 yılında, 60’ına gelmiş ortakarar bir yazar olarak Baltasar ile Blimunda’yı yayımlatan Saramago, beklenmedik bir başarı elde eder: Sadece kendi ülkesinde fenomen olmakla kalmaz, Portekiz’in Avrupa Ekonomik Topluluğu’na alınmasının ertesinde İngilizce olarak 1987’de ilk yayımlanan Saramago romanı olur; tarihin fantastik bir kurguyla ele alındığı romanların en önemli örneklerinden biri haline gelir; hatta kanımca zamanla pek çok ülkedeki yazarı doğrudan ya da dolaylı olarak etkiler (etkilenimin nasıl geliştiğini bilemeyiz ama romanlarını çok sevdiğim İhsan Oktay Anar’ın üslubunda ve seçtiği konularda, misal yeni romanı Yedinci Gün, Portekizli ustanın kitabından izler bulmak mümkün); 1998’de Saramago’nun Nobel’i kazanarak edebiyatın Olimpos’una yerleşmesine sebep olacak yolun en önemli taşlarından birini oluşturur. Ekonomik başarısı sonradan yazdığı romanları daha rahat hazırlamasını sağlar, tarihi gerçekleri yeniden farklı bakışla ele aldığı üslubunu sonraki romanlarında da kullanır, José Saramago okurların en sevdiği anlatı çığlarından biri haline gelir böylece.

0 yorum :

Yorum Gönder