4 Kasım 2013 Pazartesi

ACIMASIZ bir polisiye mümkün mü?

Hazal Uzuner


 İlk romanı Blindsighted (2001) ile uluslararası başarı kazanmış olan Amerikalı cinayet romanı yazarı Karin Slaughter, kitabı 30 farklı dile çevrilmiş ve 2001 yılında Cinayet Yazarları Birliği Ödülleri’nde En İyi Gerilim ödülünü almaya hak kazanmıştır. Karin Slaughter’ın kitapları 30 milyonun üzerinde satmış ve 32 farklı dilde tercüme edilmiştir. Will Trent serilerinin ikinci romanı olan Fractured, piyasaya ilk sürüldüğü anda Birleşik Krallık ve Hollanda’da bir numaraya yükselmiş, Avustralya’da da bir numaralı yetişkin kurgu romanı unvanını almaya hak kazanmış.
Conyers, Gerorgia’da Atlanta’nın otuz dakika dışında bir kadın bulunur. Kadına çarpan yaşlı çift arabadan indiklerinde kadının zaten yaralı ve ölmek üzere olduğunu fark eder. Acilen hastaneye kaldırılan kadına o gün nöbeti bitmiş olmasına rağmen orada bulunan Sara Linton bakar. Kadının işkenceye maruz kaldığını anlaması uzun sürmez. Aynı hastanede kişisel rahatsızlığından dolayı bulunan özel ajan Faith Mitchell ve ortağı Will Trent’de vardır. Doğal olarak soruşturmaya atanırlar ve macera başlar. 
Okurken karakterleri de olaylar içinde tanıdığımız bu polisiye, klasiklerin çok dışında. Hiç fark etmeden romanın yarısına geldiğinizde karakterlere hâkim olabiliyor ve tepkilerini tahmin edebiliyorsunuz. Faith Mitchell; ilk hamileliğini on dört yaşında geçirmiş şu an otuzlarında olan bir özel ajan. Çalışmasını engelleyebilecek olan şeker hastalığına ve hamileliğini gizleyecek kadar işine sadık bir karakter. Erkeklerle yakın ilişkiler kurmakta zorluk çeken, oğlunu on sekiz yaşına getirdiği için biraz dinleneceğini düşündüğü an tekrar hamile kaldığını öğrenen mutsuz bir kadın. Ortağı Will Trent ile kendi içinde hesaplaşmaları olsa bile iyi anlaşıyor. Birbirlerinin hatalarını kapatıyorlar. Bu da özellikle şu dönemde Faith’in işine geliyor. 
Will Trent dış görünüşü sebebiyle kimsenin mesleğini tahmin edemediği bir adam. Kimseye bahsetmediği ve yıllardır ustalıkla sakladığı disleksi hastalığı mesleki anlamda onu kısıtlayan tek şey. Bu konuda sürekli yardımına Faith koşsa bile kendisini eksik hissetmesine sebep oluyor. Agresif bir yapıya sahip olan Faith ile yin yang gibiler. Will’in serin kanlılığı soruşturma süresince çoğu kez başlarını beladan kurtarıyor. Bence, çaktırmadan işlenmiş en iyi karakter Will Trent. Arka planda gibi görünse de romanın asıl kahramanı, temel taşı. Olaylar karşısında verdiği tepkilerle karakter analizi yapabildiğimiz Will Trent’ten etkilenmemek elde değil. Özellikle ajan olmasına ve uzun süredir bu mesleği yapmasına rağmen sağ duyusundan bir şey kaybetmeyen tavırları romanın o klasik kovalamacalı polisiye havasından an an sıyrılmanıza yol açıyor. Durup dinlendiğinizi, bir kahve molası verdiğinizi hissediyorsunuz ki bu çok sık rastlayamadığımız bir güzellik. 
Dr. Sara Linton ise polis olan eşini kaybettikten sonra adli tıptan ayrılıp bambaşka bir şehre taşınmış ve tek başına yaşayan güzel bir kadın. Bulunduğu hastanede pedagogluk yapıyor. Bu yüzden Faith soruşturmanın başında Linton’ın çok bulaşmasını istemese bile adli tıp geçmişini öğrendiğinde ve neler yapabildiğini gördüğünde kadın kıskançlığından vazgeçiyor. Kocasının ölümüne sebep olan kişinin Linton’a yazdığı mektubu yıllardır açmamış ve yanında taşıyor olması romanın en büyük merak unsurlarından biri. 
Kaçırılan kadınların ortak özellikleri anoreksiya olmaları ve hemen hepsinin çocuğu olması. On bir rakamının sıklıkla işlendiği ve cinayetle ilişkilendirildiği roman sayfalar ilerledikçe okuyucuyu daha çok içine çekiyor ve bir süre sonra okumayı bırakıp adeta izlemeye başlıyorsunuz. Bir süre sonra olayları çözmeye çalışmaktan vazgeçip kendinizi romanın akışına bırakmış bir şekilde buluyorsunuz. Tüm kadınlar sosyal hayatlarında fazla sevilmeyen, problemli karakterler. Anna Lindsey, Jacquleyn Zabel, Pauline McGee ve Olivia Tanner. Hepsini birleştiren nokta üye oldukları anoreksiya sitesi. Otobanda bulunan Anna Lindsey ile başlayan işkence sıralamasında kadınların gördükleri işkenceler insanın kanını donduruyor. Diğer kadınlara oranla daha fazla tanıdığımız Pauline McGee, oğlu Felix ile hayata tutunmaya çalışan bir karakter. Kadınların arasında da çok kilit bir noktada yer alıyor.


Romanı okurken en hoşuma giden şeylerden biri buram buram polisiye kokmamasıydı. Spesifik polisiye okur kitlesine hitap etmiyor bu bağlamda kitap. Pozitif ayrımcılık yapacak olursak bunun sebebi yazarın kadın olmasından kaynaklı olabilir. Üç ana karakterin de kişisel hayatları çok dramatik. Hepsinin iş dışında başlarından geçmiş, geçen pek çok olumsuzluk var ve üçünü de hayatta tutan şey işleri. Roman dolayısıyla da bu soruşturma. Soruşturma çerçevesinde baktığımızda ise potansiyel suçlu diyebileceğimiz kişilerin ve mağdurların hayatlarındaki benzerlikler çok göz önünde. Klasik bir saplantı üzerine gidilmiş bir cinayet serisi, hayatlarında başarılı olmuş ya da olmamış ama çok özel sebeplerden birbirlerine benzeyen kadınların öldürülmesi okuyucuda kadın istismarı ve toplumun en hassas üyeleri üzerinden erkekler tarafından işlenen sadist eylemler ile ilgili oldukça gerçekçi bir hikâye olduğu kanısını doğuruyor. 
Çevirmen için de birkaç şey söylemek gerekiyor. Yukarıda bahsettiğim takdir edilesi akıcılıkta, sözcük seçiminde emeği yadsınamaz. Romanın çevirmeni Ali Cevat Akkoyunlu. 1949 yılında İstanbul’da doğmuş ve yaklaşık altmış çevirisi daha var. Bunların içinde Jean-Christophe Grangé’ın romanı da bulunuyor. 
Hem yazarın, hem çevirmenin ortak başarısıyla Kırmızı Kedi tarafından Temmuz 2013’te basılmış serinin  ilk kitabı olan Acımasız’ın devamını da merakla bekliyoruz.

0 yorum :

Yorum Gönder