1 Kasım 2013 Cuma

"Fanus"u Çatlatan Çığlık

Mert Tanaydın
Radikal Kitap Eki 02.11.2013 


Çığlık atamam. Öfkeyle kükreyebilirim kimi zaman ama can havliyle çığlık atmayı bir türlü becerememişimdir. Öfkemi oluşturan genelde karşımdaki insanın beni anlamadığını düşünmemdir, ama canım yanmaya başlarsa, susarım genelde. Bedenimin ve ruhumun iğdiş edilmesi durumlarında, örselendiğimi hissettiğimde bir çığlık atıp yakınımdakilere durumumun ne kadar vahim olduğunu anlatamam. Ama çığlığın ne kadar önemli olduğunu da bilirim: Yıllar önce arkadaşlarımla lisede çıkardığımız dergiye Çığlık adını koymuştuk, böylece yazı vasıtasıyla içimizde birikmiş olanları dışa vurabiliriz diye düşünmüş olmalıyız. Yıllar boyunca kendi kendime yazdıklarımın büyük bir kısmı da çığlık kapsamında sayılır. Pek çok yazarın sırf çığlık atamadığı için yazdığını düşünüyorum galiba, tıpkı Sylvia Plath gibi.
Bu satırları yazdığım gün, tesadüfen, doğum günüymüş hakkında yazmaya niyetlendiğim kişinin: 27 Ekim 1932’de, Boston’da Alman göçmeni orta sınıftan bir karı-kocanın çocuğu olarak doğar Sylvia Plath. Sekiz yaşında babasını kaybeder, annesi erkek kardeşiyle Sylvia’ya bakacaktır. Üniversite eğitimine önce Boston’daki Smith College’da, üstün başarılı bir öğrenci olarak tüm masrafları bir hami tarafından karşılanarak başlar. Edebiyat okuyan Plath, okulun son sınıfından önceki yazı bir dergide staj yapmak amacıyla New York’ta geçirir. 1953 yılındaki bu seyahatinde yaşadıkları, yıllar sonra yayımlatacağı ilk ve tek romanı (bana göre baştan sona büyük bir çığlık olan) Sırça Fanus’un hamurunu oluşturacaktır. New York günleri, anlaşıldığı kadarıyla, Plath’ın yaşadığı majör bir depresyonu ortaya çıkarır ve romanında (ya da günlüklerinde) takip edilebileceği gibi çeşitli kriz epizotlarına, intihar teşebbüslerine ve psikiyatrik tedavilere yol açar. 
Şefkatle hiddet arasında
1950’lerin Amerikan toplumunda bireylerin psikolojik yapılarına bakış henüz bireyi toplumsal normlara uydurmak için her türlü yöntemi uygulayan bir zihniyeti taşımaktaydı. Dolayısıyla kendisine özgü çıkıntıları olan insanları törpülemek için elektroşok bile uygulamaktaydılar, gerek tedavi amacıyla gerekse de cezalandırma amacıyla. Amerikan psikiyatri atmosferini Ken Kesey’nin Guguk Kuşu romanı oldukça çarpıcı biçimde okurlara sunmuştur. Plath’ın Sırça Fanus’unun özellikle ikinci yarısı, Kesey’den önce psikiyatri kliniklerinin ve elektroşok tedavilerinin şahıs üzerindeki etkilerini göstermiştir. (Nedense Sylvia Plath’ın bizim açımızdan muadilinin Tezer Özlü olduğunu düşünüyorum; ayrıca Plath’ın romanını yankılar bir biçimde kurgulanmış, 1990’ların kült romanlarından, Elizabeth Wurtzel’ın Prozac Toplumu’nda görüldüğü üzere, bir yandan geliştirilmiş ilaç tedavileri, ama öte yandan psikolojisi aşırı başarıyla aşırı serbestlik arasında salınan bireylerin çevreleri tarafından kabullenilmesiyle, yetenekli ama hassas bu insanların ömürlerinin daha kaliteli ve uzun olacaklarını da düşünüyorum.)

Tedavi sonrası durumu biraz düzelen Plath, Dostoyevski üzerine çok başarılı bir tezle Smith College’daki eğitimini tamamlayacak, Cambridge Üniversitesi’nde Fullbright bursuyla yüksek eğitimini yapacak, tüm bu süre zarfında okul dergilerinde yayımlatmaya başladığı şiirleriyle Amerikan edebiyatının özgün şairlerinden biri haline gelecektir. Cambridge’de tanıştığı kocası şair Ted Hughes’la evlenecek, hem entelektüel hem de sanatsal yaşamını akademik çevrelerde geçirecektir. Ancak depresyon ruhunun yakasını bırakmayacak, öykülerini ve şiirlerini yayımlatma ve benimsetme süreçlerinin gerilimiyle birlikte çöken morali, 1963 yılının ilk ayında, bu sefer başarıya ulaşmış bir intihar teşebbüsünün neticesinde Plath’ı genç ve melankolik bir edebiyat azizesi olarak tarihe geçirecektir. Aynı yılın Haziran ayında, Plath’ın romanı olduğunu bildiğimiz Sırça Fanus, Victoria Lucas müstear adıyla yayımlanacaktır. Sonraki elli yıl boyunca, Plath’ın romanı pek çok okur tarafından okunacak, çeşitli romanlara ve filmlere ilham kaynağı olacak, hayatının yönüne karar vermeye çalışan üniversite öğrencisinin sıkıntıları hakkındaki anlatıların bir şablonu haline gelecektir.

Arada genç bir kız
Trajik gerçekliği bir kenara koyarsak, Sırça Fanus mizahi başlar: Çeşitli dergilerde yaz stajı yapmak üzere New York’ta bir araya gelen genç kızlardan biridir Esther Greenwood. Metropol koşullarında yükselebilmek ve o anda promosyon olarak şahit oldukları şaşaalı hayatı yaşayabilmek amacıyla ne yapması gerektiğini bulmaya çalışmaktadır alttan alta. Entelektüel meziyetlerinin yeterli olmadığı endişesiyle (çalıştığı derginin editörü Jay Cee, aşırı hırslı, altındakilerden her daim çok çalışmalarını isteyen, biz okurların yıllar içinde pek çok örneğiyle karşılaştığı dominant patroniçelerdendir ve Esther’e mütemadiyen yetersiz olduğunu hissettirir; halbuki Esther’in meziyetleri genç bir kızın sahip olacaklarının hayli üstündedir) fettan bir arkadaşının peşinden giderek cinselliğin geçer akçe olduğu bir bohem hayatı denemek ister (taşra kentinden gelen Esther’in aklında memleketindeki erkek arkadaşının ve ailesinin hayalleri dolanırken, New York bohemyasında yaşadıklarını hazmedemeyecektir), Birleşmiş Milletler çevirmeni zeki ve yakışıklı bir gençle hem entelektüel hem de bedensel bir ilişki ihtimalini de zorladıktan sonra, mizahi bakış açısı büyük ölçüde tükenmiş olarak NY’den ve hayallerinden vazgeçmiş olarak evine kaçar.
Romanın ikinci kısmı, gittikçe ağırlaşan bir tablo sunmaktadır: Metropol yılgınlığının ardından Boston taşrasında yazar olma hayallerine tutunmaya çalışan Esther’in (Plath’ın) savruluşları çoğalır, erkekleri (babasını) arar, annesinden (hayattan) kaçmaya teşebbüs eder, çare olsun diye başvurduğu doktorların ilki (bir erkek) başarısız bir elektroşok tedavisine yol açıp daha da kötüleştirir durumunu, sonunda başka bir doktorun (bir kadın) yardımıyla (ama yeni bir elektroşokla) iyileşir ve hem roman hem de Plath’ın ilk kriz parantezi kapanır. Romanın bitimi, biraz zorlamayla olsa da, mutlu son olarak sayılabilecekken, Plath’ın otuz bir yaşında bu dünyadan ayrılmasına kimse mutlu son diyemez. Yine de teselli olarak belirtmeli ki, elli yıl sonra bile pek çok dilde özel baskısı yapılan bu çığlık hâlâ işitilmekte ve insanların hayatı bir kere daha düşünmelerine, kendi çığlıklarını zamanında atarak hayata tutunmalarına yardımcı olmaktadır. Bir kere daha, başkalarının mutsuzluklarından kendimize mutluluk devşiren bir tür olduğumuz gerçeğini unutmadan...

0 yorum :

Yorum Gönder