Mert Tanaydın
Radikal Kitap Eki 02.11.2013
Çığlık
atamam. Öfkeyle kükreyebilirim kimi zaman ama can havliyle çığlık atmayı bir
türlü becerememişimdir. Öfkemi oluşturan genelde karşımdaki insanın beni
anlamadığını düşünmemdir, ama canım yanmaya başlarsa, susarım genelde.
Bedenimin ve ruhumun iğdiş edilmesi durumlarında, örselendiğimi hissettiğimde
bir çığlık atıp yakınımdakilere durumumun ne kadar vahim olduğunu anlatamam.
Ama çığlığın ne kadar önemli olduğunu da bilirim: Yıllar önce arkadaşlarımla
lisede çıkardığımız dergiye Çığlık adını koymuştuk, böylece yazı vasıtasıyla
içimizde birikmiş olanları dışa vurabiliriz diye düşünmüş olmalıyız. Yıllar
boyunca kendi kendime yazdıklarımın büyük bir kısmı da çığlık kapsamında
sayılır. Pek çok yazarın sırf çığlık atamadığı için yazdığını düşünüyorum
galiba, tıpkı Sylvia Plath gibi.
Bu satırları yazdığım gün, tesadüfen, doğum günüymüş hakkında
yazmaya niyetlendiğim kişinin: 27 Ekim 1932’de, Boston’da Alman göçmeni orta
sınıftan bir karı-kocanın çocuğu olarak doğar Sylvia Plath. Sekiz yaşında
babasını kaybeder, annesi erkek kardeşiyle Sylvia’ya bakacaktır. Üniversite
eğitimine önce Boston’daki Smith College’da, üstün başarılı bir öğrenci olarak
tüm masrafları bir hami tarafından karşılanarak başlar. Edebiyat okuyan Plath,
okulun son sınıfından önceki yazı bir dergide staj yapmak amacıyla New York’ta
geçirir. 1953 yılındaki bu seyahatinde yaşadıkları, yıllar sonra yayımlatacağı
ilk ve tek romanı (bana göre baştan sona büyük bir çığlık olan) Sırça Fanus’un
hamurunu oluşturacaktır. New York günleri, anlaşıldığı kadarıyla, Plath’ın
yaşadığı majör bir depresyonu ortaya çıkarır ve romanında (ya da günlüklerinde)
takip edilebileceği gibi çeşitli kriz epizotlarına, intihar teşebbüslerine ve
psikiyatrik tedavilere yol açar.
Şefkatle hiddet arasında
1950’lerin Amerikan toplumunda
bireylerin psikolojik yapılarına bakış henüz bireyi toplumsal normlara uydurmak
için her türlü yöntemi uygulayan bir zihniyeti taşımaktaydı. Dolayısıyla
kendisine özgü çıkıntıları olan insanları törpülemek için elektroşok bile
uygulamaktaydılar, gerek tedavi amacıyla gerekse de cezalandırma amacıyla.
Amerikan psikiyatri atmosferini Ken Kesey’nin Guguk Kuşu romanı
oldukça çarpıcı biçimde okurlara sunmuştur. Plath’ın Sırça Fanus’unun özellikle ikinci
yarısı, Kesey’den önce psikiyatri kliniklerinin ve elektroşok tedavilerinin
şahıs üzerindeki etkilerini göstermiştir. (Nedense Sylvia Plath’ın bizim açımızdan
muadilinin Tezer Özlü olduğunu düşünüyorum; ayrıca Plath’ın romanını yankılar
bir biçimde kurgulanmış, 1990’ların kült romanlarından, Elizabeth Wurtzel’ın Prozac Toplumu’nda görüldüğü üzere, bir yandan
geliştirilmiş ilaç tedavileri, ama öte yandan psikolojisi aşırı başarıyla aşırı
serbestlik arasında salınan bireylerin çevreleri tarafından kabullenilmesiyle,
yetenekli ama hassas bu insanların ömürlerinin daha kaliteli ve uzun
olacaklarını da düşünüyorum.)
Tedavi
sonrası durumu biraz düzelen Plath, Dostoyevski üzerine çok başarılı bir tezle
Smith College’daki eğitimini tamamlayacak, Cambridge Üniversitesi’nde
Fullbright bursuyla yüksek eğitimini yapacak, tüm bu süre zarfında okul
dergilerinde yayımlatmaya başladığı şiirleriyle Amerikan edebiyatının özgün
şairlerinden biri haline gelecektir. Cambridge’de tanıştığı kocası şair Ted
Hughes’la evlenecek, hem entelektüel hem de sanatsal yaşamını akademik
çevrelerde geçirecektir. Ancak depresyon ruhunun yakasını bırakmayacak,
öykülerini ve şiirlerini yayımlatma ve benimsetme süreçlerinin gerilimiyle
birlikte çöken morali, 1963 yılının ilk ayında, bu sefer başarıya ulaşmış bir
intihar teşebbüsünün neticesinde Plath’ı genç ve melankolik bir edebiyat
azizesi olarak tarihe geçirecektir. Aynı yılın Haziran ayında, Plath’ın romanı
olduğunu bildiğimiz Sırça Fanus,
Victoria Lucas müstear adıyla yayımlanacaktır. Sonraki elli yıl boyunca,
Plath’ın romanı pek çok okur tarafından okunacak, çeşitli romanlara ve filmlere
ilham kaynağı olacak, hayatının yönüne karar vermeye çalışan üniversite
öğrencisinin sıkıntıları hakkındaki anlatıların bir şablonu haline gelecektir.
Arada genç bir kız
Trajik gerçekliği bir kenara
koyarsak, Sırça Fanus mizahi başlar: Çeşitli dergilerde yaz stajı
yapmak üzere New York’ta bir araya gelen genç kızlardan biridir Esther
Greenwood. Metropol koşullarında yükselebilmek ve o anda promosyon olarak şahit
oldukları şaşaalı hayatı yaşayabilmek amacıyla ne yapması gerektiğini bulmaya
çalışmaktadır alttan alta. Entelektüel meziyetlerinin yeterli olmadığı
endişesiyle (çalıştığı derginin editörü Jay Cee, aşırı hırslı, altındakilerden
her daim çok çalışmalarını isteyen, biz okurların yıllar içinde pek çok
örneğiyle karşılaştığı dominant patroniçelerdendir ve Esther’e mütemadiyen
yetersiz olduğunu hissettirir; halbuki Esther’in meziyetleri genç bir kızın
sahip olacaklarının hayli üstündedir) fettan bir arkadaşının peşinden giderek
cinselliğin geçer akçe olduğu bir bohem hayatı denemek ister (taşra kentinden
gelen Esther’in aklında memleketindeki erkek arkadaşının ve ailesinin hayalleri
dolanırken, New York bohemyasında yaşadıklarını hazmedemeyecektir), Birleşmiş
Milletler çevirmeni zeki ve yakışıklı bir gençle hem entelektüel hem de
bedensel bir ilişki ihtimalini de zorladıktan sonra, mizahi bakış açısı büyük
ölçüde tükenmiş olarak NY’den ve hayallerinden vazgeçmiş olarak evine kaçar.
Romanın ikinci kısmı, gittikçe ağırlaşan bir tablo sunmaktadır:
Metropol yılgınlığının ardından Boston taşrasında yazar olma hayallerine
tutunmaya çalışan Esther’in (Plath’ın) savruluşları çoğalır, erkekleri
(babasını) arar, annesinden (hayattan) kaçmaya teşebbüs eder, çare olsun diye
başvurduğu doktorların ilki (bir erkek) başarısız bir elektroşok tedavisine yol
açıp daha da kötüleştirir durumunu, sonunda başka bir doktorun (bir kadın)
yardımıyla (ama yeni bir elektroşokla) iyileşir ve hem roman hem de Plath’ın
ilk kriz parantezi kapanır. Romanın bitimi, biraz zorlamayla olsa da, mutlu son
olarak sayılabilecekken, Plath’ın otuz bir yaşında bu dünyadan ayrılmasına
kimse mutlu son diyemez. Yine de teselli olarak belirtmeli ki, elli yıl sonra
bile pek çok dilde özel baskısı yapılan bu çığlık hâlâ işitilmekte ve
insanların hayatı bir kere daha düşünmelerine, kendi çığlıklarını zamanında
atarak hayata tutunmalarına yardımcı olmaktadır. Bir kere daha, başkalarının
mutsuzluklarından kendimize mutluluk devşiren bir tür olduğumuz gerçeğini
unutmadan...
0 yorum :
Yorum Gönder